12 Eylül’de kimin kazandığı, kimin kaybettiği çok açıktır. 12 Eylül’de egemen sınıflar kazanmış; köylüler, işçiler ve memurlar kaybetmiştir. Egemen sınıflar emekçi halktan rövanşı almıştır, dönemin TİSK Başkanı Halit Narin’in söylemiyle “gülme sırası onlara gelmiştir.”
Birgün‘de yayınlanan Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi Necdet Oral’ın yazısına göre; 1950’ler sonrası izlenen iç pazara dönük birikim modeli üretici güçlerin gelişimini büyük ölçüde emperyalizmin belirleyiciliği ve yönlendiriciliğine sokmuş, sermaye birikim süreci de bu ilişki çerçevesinde belirlenmiştir. Ülke içinde yaratılan değerin büyük bir bölümü metropollere akıtılmış, korumacılığın yarattığı rantlar da yerli ve yabancı tekeller tarafından bölüşülmüştür.
İthal ikameci model ve çöküşü
İç pazarın genişliği ve canlılığına dayanan ithal ikameci modelde işçi ücretleri ve tarımdaki küçük üretici gelirleri, sanayi için hem maliyet hem de talep öğesiydi. Yani sanayinin ürettiğini alıp tüketecek ölçüde kazanan işçi-köylü kesimi, ithal ikameci modelin önkoşuluydu. Bu nedenle tarımda desteklenen ürün sayısı ve sübvansiyonlar artırılmış, özellikle seçim öncelerinde taban fiyatları piyasa fiyatlarının üstünde tutulmuştur.
İthal ikameci model 1970’lerin sonlarına doğru sonuçlarını enflasyon ve döviz darboğazında duyuran yoğun bir bunalıma girmiştir. Yani model, birikimin sürmesinin önünde bir engel haline gelmiş, burjuvazi açısından yeni bir birikim modeline geçiş artık dayatmıştır. Bu zorunluluk yalnız yerli sermaye için değil, uluslararası sermaye açısından da geçerlidir. Hatta istikrar ve yapısal uyum programlarını içeren reçeteler, öncelikle, uluslararası sermayenin denetimindeki IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlardan gelmektedir.
12 Eylül 24 Ocak’ın ürünüdür
Yerli ve yabancı tekellerin dayatmalarıyla bu programları içeren 24 Ocak Kararları gündeme getirildi. 12 Eylül darbesiyle, tıkanan ithal ikameci birikim modelinin yerine geçilmeye çalışılan dışa açılmacı birikim tarzının ihtiyaç duyduğu siyasi tabloyu tamamlayacak baskı ve terör ortamı yaratıldı.
Türkiye gibi bağımlı ülkelerde hiçbir ekonomik ve siyasi politika, emperyalist-kapitalist sistemden bağımsız değildir. Dolayısıyla 24 Ocak’ın tarıma yönelik temel politikası, üretimden pazarlamaya kadar tüm sürecin emperyalizm tarafından kontrolünü sağlamaktır.
Bunun için öncelikle, küçük ölçekli tarımın tasfiye edilerek, yerine büyük işletmelerin kurulması gerekir. 1980 sonrası tarımda izlenen politikalara bakıldığında, tüm uygulamaların bu temel hedefe yönelik olduğu görülecektir.
Tarımda yapısal uyum programları
Tarım sektöründe yapısal uyum programlarının özeti devlet-köylü ilişkisinin çözülerek yerini sermaye-köylü ilişkisinin almasıdır. Bu çerçevede temel tarım girdilerinin temini ve dağıtımında kamunun tekel konumuna son verilmiş, kamu yönetimi tarım kesiminde fiyat destekleme alımı işlevini büyük ölçüde terk etmiş, tarım dayalı sanayi tümüyle özel sektöre bırakılmıştır. İlk üç değişiklikle birlikte tarımsal kredi sistemi “destekleme” niteliğinden sıyrılmıştır.
12 Eylül tarım emekçilerini nasıl vurdu?
1970’li yılların sonlarına doğru, büyük burjuvazinin, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kuruluşların yakındıkları konulardan biri ücret artışları iken, ikinci sırada taban fiyatları geliyordu. Bu nedenle özellikle 1980’li yılların ilk yarısında 12 Eylül terörü sayesinde tarımsal ürün fiyatları baskı altında tutulmuş; örneğin 1980-1991 döneminde ortalama tarımsal ürün fiyatları 71 kat artarken, tarımsal girdi fiyatları 107 kat artmıştır.
Desteklenen ürün sayısı azaltılıyor
Destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısının giderek azaltılmış, dönemin başında destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısı 24 iken, 1985 yılında 18’e, 1990 yılında ise 10’a düşürülmüştür.
Destekleme alım miktarının toplam üretime oranı 1980-1989 yılları arasında buğdayda yüzde 10’dan yüzde 3’e, tütünde ise yüzde 71,5’ten yüzde 39,3’e düşmüştür. Öte yandan yaş çay yaprağı 1986, fındık ve pamuk ise 1988 yılından itibaren destekleme alım kapsamından çıkarılmıştır.
Kredi uygulamaları kaldırılıyor
Destekleme alımlarının tarımın toplam katma değerine oranı 1976’da yüzde 14,7 iken, 1988’de yüzde 5,5’e düşürülmüştür. Merkez Bankası kredileri içinde destekleme amacıyla ayrılan kredilerin payı yüzde 27’den yüzde 5’lere indirilmiştir. Öte yandan tarımsal girdilere yönelik sübvansiyonlar sürdürülmekle birlikte, girdi fiyatlarının çok yüksek fiyatlarla artırılması karşısında bu uygulamanın etkinliği azalmıştır.
Tarımsal sübvansiyonlar düşüyor
Tarım kredilerinin toplam krediler içindeki payı yüzde 23’ten yüzde 9’a gerilemiştir. 1980’de yüzde 16 olan bitkisel kredi faiz oranı 1985’te yüzde 32’ye, 1988’de ise yüzde 46,5’e yükseltilmiştir.
Tarımsal sübvansiyonların bütçe giderleri içindeki payı 1980 yılında yüzde 5,4 iken 1991 yılında yüzde 1,9’a, GSYH’deki payı ise yüzde 0,9’dan yüzde 0,3’e düşmüştür.
Uluslararası tekellerin dayatmaları
Yapısal uyum programlarının ayrılmaz bir olarak dış ticaret liberalize edilmiştir. Bu çerçevede tohumluk, kimyasal gübre ve damızlık hayvan ithalatı serbest bırakılmıştır. Tarımsal girdilerdeki hızlı serbestleşme, bu alanda faaliyet gösteren TZDK ve TİGEM gibi kamu kuruluşlarının varlık nedenini ortadan kaldırmış, işlevlerinin aşınmasına yol açmıştır.
Uluslararası tütün tekelleri ve yerli ortaklarının dayatmalarıyla Amerika harmanlı sigara ithaline izin verilerek, tütün üzerinde tekellerin hedefleri adım adım gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Çaydaki kamu tekeline son verilerek, sektöre Lipton markasını üreten Unilever gibi gıda tekellerinin girmesine imkân sağlanmıştır.
Köylülüğün sömürü oranlarındaki değişmeler
1970’lerin ortalarından başlayarak iç ticaret hadleri sürekli olarak çiftçilerin aleyhine gelişmiştir, 1976 yılı 100 kabul edildiğinde, bu oran 1980’de 67,3’e, 1982’de 56,7’ye, 1988’de 49,8’e kadar düşmüştür. İç ticaret hadlerindeki bu dramatik düşüş tarım kesiminin gelir kaybıyla sonuçlanmış, 1980-1991 döneminde çiftçinin satın alma gücü yaklaşık yüzde 35 dolayında azalmıştır.
Ticari sermayenin sömürüsü
Bu dönem, ticaret sermayesinin göreli durumunda da belli ilerlemelere yol açmıştır. Örneğin, 1976-1979 ile 1988 yıllarının fiyatları karşılaştırılacak olursa ekmek fiyatı ile çiftçinin eline geçen buğday fiyatı arasındaki makas yüzde 52, margarin ile ayçiçeği arasında ise yüzde 79 oranında birinciler (yani ekmek ve margarin) lehine gerilemiştir. Öte yandan pamuk ve tütün için 1976-1989 arasındaki birim ihraç fiyatları ile çiftçinin eline geçen fiyatlar arasındaki makas yüzde 175-180 arasında açılmıştır. Yani bu iki üründe 1980’li yıllara damgasını vuran dış ticaret ve döviz kuru politikaları, çiftçi aleyhine, ihracata dönük ticaret sermeyesi lehine işlemiştir.
Yapılan bir araştırma küçük ve orta ölçekli üreticilerin bu dönemde elde ettikleri tarımsal safi hasılanın yüzde 7,7’sine tefeci faizi biçiminde el konulduğunu ortaya koymuştur.
1980-1990 yılları arasında Türkiye’de kişi başına GSMH yüzde 35 oranında artarken, tarımda bu artış yüzde 15 dolayında olmuştur. Yani 12 Eylül sektörler arası gelir dağılımını da bozmuştur.
Toprak dağılımındaki adaletsizlik derinleşti
12 Eylül’ün izlediği emek karşıtı politikalar nedeniyle orta köylü grubu önemli boyutlarda erimiş, bu gruptan geçimlik düzey ile geçimlik düzeyin altındaki aileleri içeren gruba kaymalar olmuştur. Bu politikaların sonucu olarak topraklarını genişleten bir kısım zengin köylü işletmeleri büyük toprak sahibi haline gelmişleredir. Böylelikle tarım topraklarının dağılımındaki süregelen eşitsizlik bu dönemde daha da derinleşmiştir.
Gelir dağılımı emekçiler aleyhine bozuldu
Gelir dağılımı tablolarına bakıldığında, fonksiyonel dağılım olarak 1976’da tarım kesimi milli gelirin yüzde 31,3’ünü, maaş ve ücretliler yüzde 32,7’sini alırken; 12 Eylül’ün izlediği emek karşıtı politikalar sonucu bu paylar sürekli azalarak 1988’de tarımın payı yüzde 16,6’ya, maaş ve ücretlilerin payı yüzde 14’e düşmüştür. Buna karşılık artık kitlesinden daha çok nasiplenen “faiz” geliri sahibi rantiyeler, mali sermaye ve “ticari kâr” sahibi büyük ihracatçıların payı ise yüzde 36’dan yüzde 69,4’e yükselmiştir.
12 Eylül’de egemen sınıflar kazandı
12 Eylül’de kimin kazandığı, kimin kaybettiği çok açıktır. 12 Eylül’de egemen sınıflar kazanmış; köylüler, işçiler ve memurlar kaybetmiştir. Egemen sınıflar emekçi halktan rövanşı almıştır, dönemin TİSK Başkanı Halit Narin’in söylemiyle “gülme sırası onlara gelmiştir”.