Kırsal kesimde yaşamdan günümüze gelene dek birçok olumsuz sosyo-ekonomik önemli gelişmeler yaşandı. Bu durumun müsebbibi üretimi baltalayan AKP iktidarının rancı politikalardır.
Bazı gerçekleri de rakamlarda gizlemekten hiç geri durmadılar. Tarımda üretimin yapıldığı en yüksek dönemlerde nüfusun ağırlığı; kentlere oranla en yüksek kırsal kesimdeydi. Türkiye kapitalizminin hızla gelişmesi ve yayılmasıyla bu durum doğal olarak dengeleri alt üst ederek hızla değiştirdi.
Türkiye kapitalizmin geliştiği tarihlerde nüfusun yüzde 27 kentlerde, yüzde 73’ü ise kırsalda yaşamakta iken; 2014 yılında nüfusun yüzde 79’u kentlerde, yüzde 21’i kırsalda yaşamakta olduğu ancak 1984 yıllarında çıkartılan Büyükşehir Yasası sonrası yüzde 86 kentlerde ve yüzde 14’dü kırsalda yaşam mücadelesi verdiğini görmezden gelinemez derecede idi. Özellikle AKP’li yıllara gelindiğinde ise kırsaldan kopuş önlenemez derecede hızlandı ve kırsalda yaklaşık 7,5 milyon kişilik bir nüfus azalması gerçekleşti. Tarımın istihdamdaki payı 1990 yılında yüzde 47 iken, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında yüzde 35 olan pay AKP’nin iktidarını sürdürdüğü yıllar boyunca geriledikçe geriledi ve 2017 yılında ise yüzde 18.5 olarak gerçekleşti.
Ne yani herkes köy toplumumu kalsın? Köyde yaşayanlar geçimini sağlamak için tarım işçisi olarak mı kalsın?
Tarımın istihdamındaki payının azalması ekonomik gelişme ve kalkınma açısından önemlidir diyenlere, Türkiye gelişmesi ve kalkınması açısından derinlemesine değerlendirildiğinde tarımdan bu kopuş sanayi toplumuna geçişle sonuçlanmadığını ve kalkınmanın ekonomik büyümeye ek olarak köklü yapısal değişmelerle gerçekleşeceğini hatırlatmak gerek. Veriler de bunu net bir şekilde doğrulamaktadır. AKP’li yıllarda tarımda istihdam payı yüzde 35’lerden yüzde 18,5’lara düşerken, sanayi yüzde 20’lerde seyir ederek neredeyse tam anlamıyla “yerinde saymıştır. Hizmet sektörü (inşaat dahil, yüzde 7) ise almış başını yürümüş hızlı ve yüksek bir şekilde yüzde 46’lardan yüzde 60’lara çıkmış, kırsaldan kopanların hizmet ve inşaat sektörüne gittikleri açıkça net şekilde görülmüştür.
Türkiye sanayisinin ise özellikle AKP’li yıllarda yerinde sayması Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki payını düşürdü. Tarımın GSYH içindeki payı 1923 yılında yüzde 40 iken, Türkiye’de izlenen kapitalist gelişme modeli, AKP’nin hırslı piyasa politikaları ve yanlış politikaları ile 2016 yılında yüzde 5 oldu. Özellikle AKP’li yıllarda tarım ve sanayi birlikte hızla kaybederken kapitalizmin tüketim kültürüne dayalı hizmet sektörü ise engellenemez bir biçimde ön plana cıkmıştır.
Ekonominin ibresi hizmet ve inşaat sektörünü göstermeye başlayınca tarım arazileri önemli bir rant aracına dönmüş oldu. Rant peşinde koşan hizmet projelerini ranta dayalı hazırlayan yepyeni konutlar, oteller yapmak istiyorsanız, alışveriş merkezleri açmak istiyorsanız, yeni rant yerleri yaratmak istiyorsanız her şeyden önce bir arsaya ya da araziye ihtiyacınız olur. Dolayısıyla göz dikilen yer tarım arazileri oldu ve yok olması doğallaştırıldı.
Yoksullaştırılan, borçlandırılan ve pejmürde edilen çiftçiler
Türkiye de tarım politikalarının serbestleşmesi çiftçi eline geçen fiyatlarla girdi fiyatları arasındaki makasın giderek açılmasına ve tarımsal üretimin daha zorlu hale gelmesine neden oldu. Türkiye tarım alanları içinde
yüzde 49 ile en büyük payı tahıllar alır. Toplam tahıl alanları içerisinde ise yüzde 67’lik pay ile ilk sırada buğday var. Gıda egemenliği ve güvenliği açısından da önemli olan buğdayın ürün girdi pariteleri incelendiğinde ciddi bir düşüş yaşandığı görülüyor. 2002 yılında verilen tarımsal desteklerle birlikte 1 kilogram buğday ile 1.69 kg gübre alınabilirken 2014 yılında 1.27 kilogram gübre alınabilmiş. Yine 2002 yılında verilen tarımsal desteklerle birlikte 1 kilogram buğday ile 0.27 litre mazot alınabilirken, 2014 yılında 0.22 litre mazot alınabilmiş. Benzer ürün girdi pariteleri düşüşleri, mısır, ayçiçeği, çeltik, pamuk, süt, kırmızı et gibi birçok üründe görülmekte. Paritelerin bu şekilde çiftçiler aleyhine gelişmesinde şu konuya dikkat çekmekte fayda bulunuyor. 1976-86 döneminde kimyasal gübre ihtiyacının yüzde 86’sını tek başına sağlayan Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Dünya Bankası’yla yapılan tarım sektörü uyum kredisi çerçevesinde 1986 yılında gübre sağlama ve dağıtımını serbest bırakıldı. Bu hamle ile kurumun kısa sürede pazar payı yüzde 15’in altına, 1993 sonrasında yok denecek düzeye geldi ve 1998-2003 yılları arasında ise tamamen özelleştirildi. Yine Özelleştirmeler kapsamında 2004 yılında yapılan ihalelerle TÜGSAŞ’ın en büyük kuruluşu olan Gemlik Gübre Yılyak Yakıt’a, İGSAŞ ve Kütahya Gübre Yıldız Entegre’ye; 2005 yılında yapılan ihale ile Samsun Gübre Tekfen Holding’e bağlı Toros Gübre’ye satıldı. Özelleştirmeler öncesinde sektörün en büyük kuruluşları yüzde 29 pay ile bir kamu kuruluşu olan TÜGSAŞ ve yüzde 26.5’luk pay ile Tekfen Holding’e bağlı Toros Gübre oldu. Gübre sektöründeki kamu kuruluşlarının özelleştirilmesiyle milyonlarca çiftçinin temel üretim girdilerinden birisini oluşturan gübre fiyatları birkaç tekelci şirke birkaç tekelci şirket tarafından belirlenir hale geldi. Devletin neoliberalleşmesi, yani girdi ve ürün piyasalarından çekilmesi, tarım kredisi piyasasını bankalara terk etmesi, tam da anlatılan eşitsiz ilişkiye izin veren ortamı yaratıyor. Küçük üretici piyasadaki büyük ve çoğunlukla da tek alıcı veya satıcı konumunda olan şirketlerle karşı karşıya gelmekte; onların dayattığı fiyatları ve koşulları kabul etmek zorunda kalıyor. Yani, küçük üretici ücretli işçi olmadan da kapitalist ilişki ağlarının içine girerek sömürülüyor. Durumun böyle olması nedeniyle, çiftçiler açısından tarımın sürdürülmesi dış borçlanmaya bağlı hale geldi. Bu nedenle de, 2004-2017 yılları arasında kullanılan tarımsal kredilerde çok hızlı bir artış oldu. 2004 yılında 2.4 milyar TL olan kısa vadeli krediler 2017 yılında 22 milyar TL’ye; 2004 yılında 2.5 milyar TL olan orta ve uzun vadeli krediler 2017 yılında 62 milyar TL’ye; 2004 yılında 209 milyon TL olan takipteki krediler 2017 yılında 2.4 milyar TL’ye çıktı. Böylelikle 2004-2017 yılları arası kullandırılan toplam nakdi kredi 5 milyar TL’den 86 milyar TL’ye çıktı.
Kısa vadeli krediler tohumluk, kimyevi gübre, bitkisel ve hayvansal üretimde ilaç kullanımı, akaryakıt ve benzeri ihtiyaçlar için kullanılan ve vadeleri en çok 1 yıl olan kredilerdir. Bununla birlikte orta ve uzun vadeli krediler tarımsal işletmenin canlı ve cansız demirbaş unsurlarını oluşturan her türlü tarımsal araç-gereç, iş ve irat (gelir getiren) hayvanlarının sağlanması için ve yatırım amacıyla kullanılır. Kullandırılan tarımsal nakdi kredilerin (kısa + orta ve uzun krediler) içinde kısa ve orta-uzun vade kredilerin paylarındaki ağırlık gelişimi ilginç bir şekilde son 3 yılda aniden orta ve uzun vadeli kredilere kayıyor. İlk yıllarda oranlar başa baş iken 2006 yılı ile birlikte ağırlık kısa vadeli kredilere geçiyor. Burada kısa vadeli kredilerdeki önemli artış şu şekilde yorumlanabilir. Girdi maliyetlerinin çiftçiler aleyhine gelişmesi, devletin ürün-girdi piyasasından çekilmesi, çiftçilerin ürün-girdi piyasasını kontrol edenlere karşı yalnız kalması ve tarımsal desteklerin cari fiyatlarla artarken sabit fiyatlarla azalması gibi nedenlerden dolayı çiftçiler tarımsal üretimi devam ettirmek ya da günü kurtarmak amacıyla kısa vadeli kredilere eğilim göstermişler. Ancak daha sonra kısa vadeli kredilerin ağırlığı hızla düşmeye başlıyor. Bu ilk başta tarıma çok ciddi yatırımların yapılmaya başlandığı, çiftçilerin artık çoğunlukla mazot, gübre, ilaç, tohum almak için kredi almadığı bunun yerine arazi-traktör-alet-ekipman almak, çiftlik kurmak gibi amaçlarla kredi aldığı fikrini oluşturuyor. Ancak durumun daha başka olduğunu söylemek gerek. Bankalarda çalışan tarım kredi uzmanlarına göre orta ve uzun vadeli krediler iki neden dolayı arttı. Birinci neden Kırsal Kalkınma kapsamında kullandırılan kredilerden dolayı. Ancak bunun etkisi düşük. Zaten bu krediler de ödeme gücü yüksek olan zengin çiftçilere kullandırılıyor. Büyük etkiyi ise ikinci neden yaratıyor. O da şöyle: Bankalar ödemesi gelmiş ancak ödenmeyen kredileri takibe atmamak için bunları zamana yayarak yapılandırmaya gidiyorlar bununla birlikte diğer bankalara borcu olan çiftçiler başka bir bankadan orta ve uzun vade kredi kullanarak diğer bankalara olan borcunu kapatıyor ve borcunu zamana yayıyor. Örneğin Anadolu Bank’a tarım kredisi borcu olan çiftçi Denizbank’a gidip orta ve uzun vade kredi kullanarak Anadolu Bank’a olan borcunu kapatıyor. Yani kullandırılan orta ve uzun vade kredilerin çoğunluğu yatırım için değil.
Son 30 yılda yok olan
Tarım topraklarının yüzde 70’i AKP dönemine ait
Çiftçilerin yoksullaşması, borçlanması, tarımın itibar kaybetmesi, gençlerin kırsalı terk edip tarımla uğraşmak istememesi, şehirlerin kırsala doğru genişlemesi ile gittikçe büyüyen hizmet ve inşaat sektörünün tarım arazilerine hücum etmesi tarım alanlarının AKP’li yıllarda hızla daralmasına neden oldu. 1987 ile 2002 yılları arasındaki 15 yılda 1 milyon 348 bin hektar (yüzde 5) azalırken, 2002 ile 2017 yılları arasındaki 15 yılda ise 3 milyon 203 bin hektar (yüzde 12) tarım arazisi yok oldu. Yani son 30 yılda yok olan tarım topraklarının yüzde 70’i AKP’li yıllarda gerçekleşti.
Peki ya sonuç?
Tarımda TZDK, SEK, TÜGSAŞ, İGSAŞ, TEKEL, EBK, TMO (Şeker Pancarı Fabrikaları) gibi ürün ve girdi piyasalarında etkin olan kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi ve özelleştirmenin de önünü açan tarım politikalarının serbestleştirilmesiyle çiftçiler piyasanın vahşi koşullarına terk edildi. Bunun sonucunda çiftçiler yoksullaştı ve tarımı terk etmeye başladı. Tarım alanlarına inşaat ve hizmet sektörü hücum etti.
Milyonlarca hektar tarım arazisi yok oldu.
Türkiye tarımında sorunlar kapitalizmin çözemeyeceği kadar birikti. Bir çöküş yaşanıyor. Aslında bu çöküşü ciddi ciddi gördükleri için “Milli Tarım Projesi” ni ortaya attılar. Bu yüzden de gübreden KDV’yi kaldırıp mazot parasının yarısını biz vereceğiz diyorlar. Ancak hala tohum, gübre ilaç vb. girdi piyasaları uluslararası tekellerin kontrolünde ve piyasa mekanizmasının piyasa mekanizmasının yarattığı sorunu piyasa mekanizmasıyla çözemezsiniz.
Türkiye tarımında birikmiş sorunların çözümü merkezi planlamadır.
Sorunlar çözümsüz değil
Tarımda, yapısal, ekonomik,sosyolojik,kültürel, yasal, örgütlenme ve daha bir çok konuda ciddi sorunlarımız var. Bana göre temel sorun; iktidarların, toplumun genel olarak tarımı önemsememesi,yok sayması ve bunun sonucunda da değersizleştirilmesidir.
Bu temel sorunu kalıcı ve en öncelikli olarak çözmemiz gerekir. Tarıma değer vermemiz,değer kazandırmamız gerek. Daha yalın bir anlatımla tarıma bakışımızı değiştirmemiz gerek.
Bunu başarabilirsek, üretimi planlayarak artıracak, girdilerde özelleştirmeye bağımlılığı minimum düzeye indirecek, arazi bölünmesini önleyecek,verimliliği artıracak,örgütlenmeyi sağlayacak,katma değeri yüksek, kaliteli, sağlıklı ve güvenli ürünler üretecek, hem üreticinin para kazandığı hem tüketicinin uygun fiyatla sağlıklı ürünler tüketebileceği, ihracatta rekorların kırılacağı bir tarım sektörü yaratılabilir. Bu hayal değil. Sahip olduğumuz tarım potansiyeli buna olanak veriyor. Merkezi planlama sorunları toplum ve doğa yararına çözecektir.
Özetle, uygulanan politikaları en çok eleştirenlerden birisi olarak asla umutsuz değilim. Doğru politikalarla, doğru planlama ve bakış açısı ile tarım, krizde olan ekonomi için tünelin ucundaki ışıktır. Genç tohumlar olduğu sürece..
Tarım bitmez.
Başlık Fotoğrafı: Hưng Nguyễn Việt/Unsplash