İklim ve ekonominin birlikte işlemesi zorunluluğu kendisini göstermiş durumda.
24 Eylül 2019’da Birleşmiş Milletlerde yapılan konuşmalar dünyanın bugün aldığı görünüm hakkında bize bilgi vermekte. Ve, ekolojik kriz karşısında yeni bir bakışı ortaya koymaya başlamakta., Immanuel Wallerstein’in 2013 yılındaki analizinde de görülebileceği gibi kapitalizmin krizi bir sınır nokta olarak analiz edilmekteydi. Kapitalizm, bugün, artık durağanlık ve yapısal kriz döneminde can çekişmekte; ama, arkasından neyin geleceğine dair bir bilginin de varlığından kimse söz edememekte.
T24‘ten Ali Akay’ın yazısına göre; ekolojik sorunun, genel olarak, küresel düzeyde dayanışmaya ihtiyacı olduğu tezi ise ancak ileri sürülebilecek en büyük gösterge. Küresel dayanışmaya ihtiyaç duyulmakta; çünkü bölgelerin iklim ve bitki örtüsünün, nehirlerin, dağların ulusal sınırları yok. Kapitalizmin Geleceği Var Mı? (Türkçesi Metis Yayınları adlı kolektif kitapta) da görebileceğimiz gibi, kapitalizm “normal işleyiş” safhasından çıkıp, yapısal bir “kriz olarak varlığını kaybetme anına” yaklaşmaktadır. İlk nüvelerini 1968’de vermeye başlayan bu dönüşüm, kendisini de aşarak küresel ve transnasyonal bir kapitalizme doğru evirilmişti. Ancak, bugün küreselleşme krizi olarak adlandırılan ekonomi-politik vaziyet kaos ile varlığını sürdürebilmektedir.
Merkezci bir liberalizmden neo-liberalizme doğru giden toparlanma ise tersine, sistemin kendi içinde gittikçe daha çok totaliterleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu dönem için, Foucault’nun iddia ettiği ve birçok düşünür tarafından teyit edilen kavram biyo-politika oldu. Denetim toplumu olarak da adlandırılabilecek bu dönem neo-liberalizmin en sert dönemini dünyasal bir şekilde fakirlere ve alt orta sınıfa yaşattı. Denge ve ulus-devlet merkezli bir dönemden yatay geçişli hale gelen dünya sermayesi olarak merkezdeki kapitalizm Batılı toplumlarının fakirleşmesini beraberinde getirdi. Bugün gelinen nokta bu büyük krizin sürekliliğinin yapısallaşmasıyla görünürleşti.
Trump’ın söylemimdeki “vatanseverliğin” ekolojiye sırt çevirmesi anlaşılacak gibi olmayan bir pozisyon. Hele 1980’lerde Amerika’da, daha J. Carter zamanında ekolojik krizin açıklanmış olması unutulan bir veridir. Eko-sistem kriziyle, Amerika’nın bu genel durumdan kendisini tecrit edebilecek bir lüksü olmadığı açıktır. Küresel ısınma, ormansızlaşma ve su eksikliğinin yakın bir zamanda hissedebileceğinin vurgulanması, sorunların herkese ait sorunlar olduğunu ciddi bir şekilde tamamen göstermektedir. Trump’ın kendisini vatansever olarak adlandırması ve “geleceğin de bağımsız ve egemen devletlerin kendi vatandaşlarını”, sadece ve sadece kendi vatandaşlarını koruyacağı lafının ne kadar ciddiye alınabileceğini önce sormak ve bunun nasıl başarılacağını tartışmak gerekmekte. İkna edici durmuyor! Amerika’nın politikasında daha Obama zamanında başlayan ve Trump ile devam eden “içe kapanma” uluslararası alanda ciddi sorunlar yaratmaya başlamıştır.
Burada gözüken, elbette, dünya dengesinin şirazesinin kaymış olduğudur. Bu kayma merkezini kaybeden bir dünya anlayışına benzemektedir. Pascal’ın 17. yüzyılda hissettiği büyük krizidir. Tanrı ve Tanrı-dışı arasındaki sonsuzcasına küçük ve sonsuzcasına büyük arasında nereye gidebileceğini kestiremeyen bir düşünürün krizi gibidir. Bugün siyasal alanda uluslararası ilişkilerde merkezini kaybeden bir dünya içinde yaşıyoruz; ve, bu nedenle de sisteminin krizi bağlamsal değil yapısal hale gelmiş olan kapitalizmin krizidir. Ekolojik kriz kapitalosenin de bir parçasıdır. Sömürgecilikten, tren yollarına, telgraf tellerine, barajlara, önce gemi ile sonra da uçak ile kitlesel seyahatlere, madenlerin sömürüsüne kadar ekosistemin, sera etkisi ile küresel iklim ısınmasının nedenleridir.
20. yüzyıl içinde Avrupa merkezli bir dünyadan Amerikan merkezli bir dünyaya doğru geçen, küreselleşmeyle sermaye ve emeğin yersizyurdsuzlaşması üzerine kurulu bir dünyadan, bugün hala sosyalizmi ufak da olsa içinde taşıyan bir eleştiriye geçiyoruz. Sanki bugün kapitalizmi rahatsız eden “soğuk savaş” zamanında olduğu gibi sosyalizmdir (çünkü Amerika’da yükselmekte olduğu iddia edilen Marksist bir söylemin Senatör Bernie Sanders’ın dilinden geçmesi, belki de her şeye rağmen, Amerikan hükümetini hala korkutmaya devam ediyor. Ama, asında bu söylemin devam etmesi, böyle bir söylemin hala geçer akçe olarak kabul edilmesi şaşırtıcıdır.
Makron ile Trump veya başka türlü söylersek Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa arasındaki karşıtlık ve rekabet savaşı ciddi bir teorik sonuca doğru gitmeye başladı. Sanki Amerikan vatanseverliği ile uluslararası dayanışma arasındaki ilişki sapma göstermekte. E. Macron’a göre dünya için, kapitalizmin yapısal krizine karşı mesafe almak için İran ile Amerika’nın müzakere dönemi artık gelmiştir, ancak bu şekilde müzakereler sayesinde bir çare bulma imkanı vardır. Yemen krizi, bölgesel krizlerin güvenliğinin sağlanması önemli bir gösterge olarak sunulmakta. Sudi Arabistan ve İran arsındaki genişleme krizi kendisini Lübnan da göstermeye devam etmekte. Bu siyasi vaziyetin içinden çıkmak gerekmekte.
İklim ve ekonominin birlikte işlemesi zorunluluğu kendisini göstermiş durumda. Kapitalizm sanki artık pilot olmadan ilerlemekte, havada uçmakta! Birisinin pilot olması gerektiği bir döneme girmiş mi bulunmaktayız ? Bu da politik olarak Amerika, İran, Çin ve Avrupa arasında gidip gelmelerden oluşmakta.
Tabii, iklim krizinin en önemli öğesi Grerta Thunberg. Bugünlerde, mesela Makron tarafından bile “fazla radikal” bulunan 16 yaşındaki genç kız için, Fransız sosyolog-filozof Bruno Latour “mistik bir figür” olarak bakire, “Koruyucu Azize Jeanne d’Arc” benzetmesi yapmıştır. 15. yüzyılda “Yüzyıl Savaşları” sırasında, yani İngiltere ile Fransa savaşında önemli bir rol oynamış bu mistik kadın gibi, “nerdeyse gaipten doğanın sesini duyan” Greta Thunberg da B.M.’de yapmış olduğu konuşmada “Bu ne cüret !” diye seslenmiştir eski nesli temsil eden siyasetçilere. Eski nesli suçlayan Greta (Grimm kardeşlerin masallarından birinden çıkmış gibi) masal kahramanı gibidir. Sesindeki titreme, üzüntülü ve boğuk sesi, sanki yüzyıllardan beri acı çeken doğayı ve insanları ağızından seslendirircesine haykırmaktadır: Acısını, eski nesil siyasetçilere. Mağaradan gelen bir haykırış gümbür gümbürdür: Acı bir haykırma, bir yakınma!
İkili bir dinamikte işlemekte olan bugünkü kapitalizm (başka bir isim vermek bugün mümkün gibi durmamakta) vatanseverlik (buna milliyetçilik de diyebiliriz) ile uluslararası dayanışma ikilemi içinde gelişmekte. Kapanama mı yoksa küresel politika içinde dayanışma üzerine söz söyleme mi? Yoksa, acı çare, burada, bir duygu patlamasında bile olsa aklın yanında duran Greta’nın sesinden mi duyulmaktadır?