Arhavi’nin meşhur yağmurlarını büyüklerimden dinlemişliğim, birkaç kez de görmüşlüğüm var. Yağmurlar eskiye göre arttı mı azaldı mı, bilmek zor. İklim değişikliğinin yağışların en azından volatilitesini (oynaklığını) arttırdığı söyleniyor. Ama bir şey kesin: Doğaya yapılan müdahaleler ve inşaatlar yüzünden can kaybı riski eskiye göre kat kat fazla. Bu yüzden, her sene, Karadeniz’in en az birkaç yerinde, en az birkaç kere seller oluyor, insanlar ölüyor. Trabzon Araklı’da 8 kişi hayatını kaybedeli daha üç ay oldu…
28 Eylül sabahı, bu meşhur yağmurlardan birine Arhavi Kordelit’teki evimizde denk geldik. Saat sekiz civarı derenin öfkeli sesiyle uyandık. Koca koca kayaları, Cagvali’leri (ağaç kütüğü) nasıl sürükleyip götürdüğünü anlamak için onu görmemize gerek yoktu. Uzaktan bize, “Akıllı olun, beş dakikada paçanızı alırım!” diye haykırıyordu.
Neyse ki, evimizle dere arasında yaklaşık 150 metrelik bir mesafe var. Boşuna değil, eskiler evlerini nereye kuracağını, nerenin dereye bırakılıp nerenin ekilip biçileceğini çok iyi biliyormuş. Bunun için kendilerine müteşekkiriz. Aksi halde, sabah kendimizi Karadeniz açıklarında bulmamız işten bile değildi.
Bir de henüz hayatta olup doğaya kafa tutan büyüklerimiz var. Taşkın yataklarını işgal eden, dereleri betonlayıp kanala çeviren, HES’lerle kelepçeleyen, taş ocaklarıyla tozu dumana katan, hayatımızı ve geleceğimizi riske atanlar. Ne yazık ki, göçüp gittiklerinde kendilerini pek de minnetle anamayacağız.
Duyduklarımızla yetinmeyip olup biteni gözümüzle de görelim dedik. Çizmelerimizi giyip hemen HES bölgesine gittik. Dere yolun bir bölümünü yuttuğu için Çifteköprü yolu zaten trafiğe kapalıydı. Cihani tarafından dolanmaya karar verdik. Karşılaştığımız manzara şuydu:
Bir kez daha doğa bize ne kadar küçük olduğumuzu hatırlattı; boyumuzdan büyük işlere kalkıştığımızı. Kavak HES, civardaki köyler için büyük bir tehdit. Santral dereyi adeta boğazlıyor, önünü tıkayarak taşkına sebep oluyor. Bölge standartlarına göre çok da şiddetli sayılmayacak bir yağmurda bile yarattığı tahribat ortada. Daha şiddetli yağmurlarda daha büyük felaketlere yol açması kaçınılmaz. Fotoğrafı gördükten sonra, böyle bir yere HES yapanın bölgeyle hiçbir alakası olmadığını, doğal koşullarından bihaber olduğunu zannedebilirsiniz. Ama HES’in sahibi MNG, Arhavili. Kaldı ki bu işten kendisi de maddi olarak epey zarar gördü; HES’in iki ay boyunca üretim yapamayacağı söyleniyor. Buna benzer olayların sık sık yaşanacağını söylemek de hiç zor değil. O zaman bu neyin inadı?
Daha birkaç gün önce, yine MNG’nin Kamilet Vadisinde sürdürdüğü HES inşaatında elektrik hattı döşeyen iki işçi 300 metrelik uçurumdan düşerek hayatını kaybetmişti. Recep Kılıç 39, Orhan İnal 40 yaşındaydı. MNG, kendi memleketini hiçe saydığı gibi, insan hayatını da hiçe sayıyor. Hangisi daha kötü, bilemiyorum. Tabii, yalnızca Arhavi değil, tüm ülke MNG gibi birkaç şirketin dişlerinin arasında. Kazdağları’ndan Fatsa’ya, Cerattepe’den Munzur’a, Gediz’den Alakır’a… Peki gelecek nesiller, yani bizler, gözünü para bürümüş sayılı insanın yarattığı uzun vadeli tahribattan kendimizi nasıl koruyacağız?
Elbette, öncelikle gerçekleri konuşarak. Sonra gerçekleri kabullenerek. Sonra da hayatlarımızı gerçeklere göre tasarlayarak. Yani doğaya. Çünkü görüyoruz ki, doğayı kendimize göre ayarlamamız mümkün değil. HES mücadelesi vasıtasıyla tanıdığımız (bunun için MNG’ye binlerce teşekkür) Erdoğan Güler hocamız, can yoldaşımız, Arhavi’nin dağlarını, tepelerini, yaylalarını yalamış yutmuşlardan. Aynı zamanda Kaçkar Kültür Gençlik ve Spor Derneği’nin trekking ve kamp organizasyonlarına öncülük ediyor. Kendisinden yürüyüş ve kamp programları konusunda tavsiye istediğimizde bize hep şu cevabı veriyor:
“Burada programı insan yapmaz, doğa yapar.”
Erdoğan Hocanın uyarısını dikkate alarak, sular biraz çekilince yeni gözdemiz Durguna Vadisini görmeye karar verdik. Durguna Vadisi, son yıllarda sık sık ziyaret ettiğimiz, hor görülmüş cennetlerden biri.
Fotoğraftaki şelaleye ulaşmak öyle basit değil. Devasa kayalara tırmanmayı, kayıp düşmeyi, belinize kadar suların içinden geçmeyi, ayılarla karşılaşmayı göze almalısınız. İşin zevkli tarafı da bu.
Ne yazık ki Durguna Vadisi de HES’lerden nasibini almış bölgelerden. Halihazırda iki ayrı HES projesi bölgede üretim yapıyor. Güzelim vadi inşaatlar yüzünden tarumar edilmiş durumda.
Yağıştan sonra Durguna daha bir görkemli görünüyordu. Daha birkaç gün önce güneşlendiğimiz kayaların üzerinden çamurlu sular fışkırıyordu. Tabii, bu defa yüzmeyi göze alamadık. Cesaretimizin de bir sınırı var. Dönüş yolunda Durgunalı Cengiz Abi’ye rastladık; Cengiz Savaş. Yazlarını karısı ve yedi ineğiyle birlikte yaylada geçiriyor, kışları Durguna’ya tepeden bakan evinde yaşıyor. Ona Durguna’daki şelaleleri sorduk, Durguna’nın HES’ten önceki halini, HES’leri… Bize, daha önce bölgeye gelen HES’çileri uyardığını söylüyor.
“Ben onlara dedum. Başınıza iş alirsunuz dedum. Bu dere deli dere!”
Cengiz Abi koca koca şirketlerin, mühendislerin göremediğini görüyor. Ama ufak bir yanlışı var. Deli olan dere değil. Deli olan, dereyi HES’leyenler.