Ormanlara yönelik talan politikası hız kesmiyor: Haziran ayında istila edilen Kaz Dağlarında bir anda 200 bin ağaç katledildi. 18 Ekim’de Artvin Cerattepe’de endemik bitkilerle dolu ormanların yıkımına karşı üç yıldır mücadele verenler hapis cezalarına çarptırıldı. Bu katliamlar ve cezalar buzdağının görünen yüzü, dünyada ancak Bolsonaro’nun Brezilya’sı ve Amazonlar’la karşılaştırılabilecek yoğun saldırının çok sayıda örneğinden sadece ikisi. Vahim tabloyu netleştirmek için “Ormanın Çağrısı” bildirgesinin beş yazarından biri olan orman mühendisi Prof. Dr. Erdoğan Atmış, Bir Artı Bir’den Saner Şen’in sorularını cevapladı.
Orman yangınlarının meydana geldiği yaz dönemlerinde toplumda orman kayıplarına karşı büyük bir tepki oluşuyor. Ardından ağaçlandırma kampanyaları başlıyor. Bu döngüyü ve toplumsal tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan Atmış: Orman ağaç olarak algılanıyor. Ağaca bakmaktan orman görülemiyor. Temel sorun burada. Orman yok olduğunda hemen “yeni ağaç dikelim” deniyor. Halbuki orman yandığında sadece ağaçlar yanmıyor. Hayvanlar, bitkiler, çalılar, toprak, bütün canlılar, cansız varlıklar zarar görüyor. Orman bir ekosistem. Ekosistemi yok sayarsak yanan orman yerine istediğimiz türden ağaç dikmekle sorunu halledeceğimizi düşünürüz. Oysa bir ekosistem rastgele bir araya gelmiyor. Parçası olan canlı ve cansız varlıklar binlerce yılda bir araya geliyor, o ortama uygun olanlar ayakta kalıyor ve farklı türler bir arada yaşamayı öğreniyor.
Bu bir aradalık ortadan kalktığında da yerine kolay konmuyor. Orman kaybını bir yeşil alan kaybı olarak değil, bir ekosistem kaybı olarak değerlendirmeliyiz. Yıllardır yaban hayatı uzmanları ve bitkibilimciler bitki ve hayvan çeşitliliği üzerinde çalışmalar yapıyor. Devamlı yeni türler tespit ediliyor. Ormanlar yandıktan sonra aynı yapıyı kurmak çok zor.
Avrupa’dan farklı olarak, Türkiye’deki ormanların büyük bir kısmı doğal yaşlı orman diye tanımlanıyor. Bu nedenle Türkiye ormanlarında eko-çeşitliliğin yüksek olduğu biliniyor. Doğal yaşlı orman nedir?
Avrupa’daki ormanlar özellikle sanayi devriminden sonra yok edildi. Avrupa o dönemde şimdiki kadar doğa korumacı değildi. Sermaye sert bir şekilde saldırdı ve ormanları yerle bir etti. Yaptıkları yıkımın 20’inci yüzyılda farkına vardılar ve yeniden ormanlar oluşturdular. Örneğin, tarımda birim alanda artan verimlilik ve kırdan kente göç nedeniyle boşalan arazilerin bir kısmını orman alanlarına dönüştürdüler. Özellikle son elli yılda, tarımsal açıdan daha az verimli alanları ormana çevirdiler. Bu süreç hâlâ devam ediyor. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, doğal ormanlarını kaybettiler. Ormanlar geçmişleriyle bağlarını kaybetti.
Mesela İsveç, Finlandiya, Norveç’te orman alanları coğrafyanın neredeyse yüzde 70’ini kapsıyor. Ama o ormanların çoğu ağaçlandırmalarla meydana getirilmiş, mono-kültür dediğimiz tek türden oluşumlar. Oysa Anadolu bambaşka. Kafkasya’dan, Arap Yarımadası’ndan, Balkanlar’dan gelen farklı orijindeki bitkiler, ağaçlar, hayvanlar ve diğer canlılar Anadolu coğrafyasında buluşmuş ve milyonlarca yıldır kendilerini var etmiş. Ülkemizdeki bitki türlerinin sayısı 12 bin 500’ü buluyor. Bunların dört bine yakını endemik bitkiler, yani doğal olarak sadece burada yetişiyorlar. Doğal ormanları yok edersek bu çeşitliliği yeniden sağlamamız çok zor.
Resmi rakamlara göre, Türkiye’de orman alanları son yirmi yılda yüzde yedi büyümüş. Doğal yaşlı ormanlar da büyüyor mu?
Orman alanları hem büyüyor hem de küçülüyor. 2005-2015 arasına ait Orman Genel Müdürlüğü verileri üzerinden yaptığımız 81 il bazında orman değişimini gösteren çalışmaya göre, alansal anlamda bir orman artışı var. Fakat iller düzeyinde, orman alanları oran olarak artan yerler göç veren, kırsal nüfusu azalan Bayburt, Kırşehir, Kırıkkale gibi iller. Tarım alanları ve meralar terk edildiği için buralar ormana dönüşüyor. Alansal orman artışı bakımından sonuç olumlu. Fakat göç veren illerde tarım, hayvancılık ve ormancılık faaliyetlerindeki azalma, ülkenin gıda açısından kendi kendine yetememesinin en önemli nedenlerinden biri. Göç alan illere baktığınızda ise, örneğin Marmara Bölgesi’ndeki gibi nüfusu artan, sanayileşmiş illerde orman azalıyor. Sadece 2005-2015 arasındaki on yılda hem orman alanı azalıyor hem de bizim “odun artımı ve serveti” dediğimiz odun miktarı artışında ciddi bir azalma var. Bunun önemli nedenlerinden biri hükûmetin ormanlardan para kazanma arzusu. 2003’te tüm ormanlarımızda 13 milyon metreküp odun üretilirken, bu rakam bugün 20 milyon metreküpe çıktı. Geçenlerde Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli bu miktarı 31 milyon metreküpe çıkarmak istediklerini söyledi. Ormanlar aynı orman. Üretimi bu kadar kısa zamanda iki katından fazla artırırsanız o ormanlar zarar görür.
Odun üretimindeki bu artış ormanın sağlığını nasıl etkiliyor? Son zamanlarda bazı ormanlarda çok sık görülen ağaç hastalıklarının aşırı kesimle ilgisi var mı?
Ormandan yapılan üretimin kısa sürede aşırı artması öncelikle oradaki ekosistemi etkiler. Hastalıklar genelde zayıf düşmüş bünyelerde etkili olur. Böcekler, mantarlar güçlü bir ağaca, bitkiye saldıramaz. Saldırsalar da etkili olamazlar. Aşırı üretim sonucu orman tabanına inen fazla ışık toprağın, yer ve bitki örtüsünün yapısını, su dengesini değiştirir. Bu durum ağaçları güçsüzleştirir, mantar, böcek gibi saldırılara açık hale getirir. Bu nedenle ormancılık faaliyetlerini ormandan gelir elde etmekten ziyade koruma, bakım, geliştirme noktasında artırmalıyız.
Odun üretimi niye artıyor?
Sanayi sürekli hammadde talep ediyor. Sanayi kırsal alana değil, daha çok kente hizmet etmek için var. Kentler mobilya, kapı pencere, kâğıt kalem talep ediyor. Ama gözden kaçırılan asıl neden başka. Ormanlardan tahsisler yapılıyor. Böylece ormanlar ormancılık dışı amaçlar için kullanılabiliyor. İktidar elde ne varsa, göl, orman, akarsu, toprak, mera, hepsini sermayeye tahsis etmek için görevlendirilmiş gibi. Akdeniz ve Ege bölgesindeki turizm faaliyetleri buna örnek. Deniz kenarında en güzel yerlerdeki ormanlık alan otel, tatil köyü, golf sahası haline geliyor. Ormanlık alanlar madencilere tahsis ediliyor, Kaz Dağları’ndaki altın madeni örneğinde gördüğümüz gibi.
Kaz Dağları’nda madencilik faaliyeti için kesilen ağaçlar büyük bir infiale neden oldu. Oysa benzer şekilde madenciliğe tahsis edilmiş çok orman var. Bu kadar büyük orman yıkımına neden olan faaliyetlere nasıl izin verilebiliyor?
Kaz Dağları’ndaki maden gibi onlarcası var. Oradaki fark neydi? Doğaseverler orada orman katliamını drone ile havadan görüntüledi. İnsanlar gözleriyle görünce tepki gösterdi. Ama Anadolu’nun birçok yerinde, gündeme getirilemeyen, yerel insanların sahiplenemediği orman katliamları oluyor. Fatsa’daki altın madeni, Cengiz Holding’in Artvin Cerrattepe’deki bakır madeni bunlara örnek. Bartın Amasra’da Hattat Holding’in yapmak istediği termik santral için binlerce ağaç kesildi. Sinop’ta nükleer santral için onlarca hektar orman yok edildi.
2004’te değişen Maden Yasası’yla birlikte madencilik ve ormancılıkla ilgili yönetmelikler de değiştirildi. Orman Kanunu’nun 16, 17 ve 18. maddelerinde ve turizm teşvik yasasında yapılan değişiklikler orman katliamının önünü açtı. Ama asıl önemlisi, yasalarda değil, yönetmeliklerde yapılan değişiklikler. Bu değişikliklerin öncesinde sınırlı sayıda amaçla tahsis yapılabiliyorken şimdi belki kırk farklı kullanım amaçlı tahsis yapılabiliyor. Maden şirketlerinin “şu bölgede arama yapacağız” diye dilekçe vermeleri yeterli. Şirket aradığı madeni bulduğunda, alanın tahsisi için başvuruyor. Orman Genel Müdürlüğü de “hayır, bu bölge değerli alandır” demiyor. Milli parklarda, tabiat koruma alanlarında ve bir miktar da muhafaza ormanlarında sınırlama var, ama genel orman alanlarında şirketler rahatlıkla izinleri alıyor. Özelliği, ekosistem bakımından önemi ne olursa olsun, ormanlar maden için tahsis edilebiliyor. Maden derken sadece altın, gümüş gibi madenlerden bahsetmiyoruz, taş, yollara döşenen mıcır, kömür gibi madenler için de durum aynı. Termik, hidroelektrik ve rüzgâr santralleri için, bunlara yapılacak yollar için, ürettikleri enerjiyi sisteme bağlayacak enerji nakil hatları için, katı atık depolama tesisleri, eğitim tesisleri, askeri alanlar için de tahsis yapılıyor.
Tahsislerin bu kadar kolaylaştırılmasında amaç ne?
Tamamen ekonomik gelir. Altın, gümüş, mermer gibi ürünler yurtdışına hammadde veya yarı mamul madde olarak satılıyor. Bir diğer önemli neden inşaat sektörü. İnşaat sektöründeki şirketlere ucuz odun sağlamak için odun üretimi artışını yaptılar. Tahsisleri kolaylaştırarak mermer, taş, çimento, demir, altın, gümüş, bakır gibi madenlerin orman alanlarından rahatça çıkarılmasını sağladılar. Bunu inşaat sektörünün maliyetlerini düşürmek, sektörü ayakta tutmak uğruna yaptılar. İstanbul gibi inşaat sektörünün yoğun olduğu bölgelerde çevredeki ormanlar delik deşik edildi. O alanlardan çıkarılanlar inşaat sektörüne ucuz hammadde olarak verildi. Dahası, İstanbul’da kentsel dönüşüm faaliyetlerinden çıkan inşaat atıklarını en ucuz şekilde orman alanlarına depolayabileceklerini keşfettiler. Buradan büyük bir rant yarattılar.
Orman alanları içinde maden ve ormancılık dışı diğer amaçlarla yüz bine yakın tahsis yapıldığı belirtiliyor. Ormanlarımız parça parça yok ediliyor, daha da önemlisi ormanların bütünlüğü bozuluyor. Biz buna fragmantasyon (parçalanma) diyoruz. En büyük tehlike bu. Ormanları parçaladığınızda orada yaşayan yaban hayatı da yerinden edersiniz. Üçüncü köprü ve yollarının yapımı sırasında İstanbul Boğazı’nı yüzerek karşıya geçen domuz sürülerini hatırlıyoruz. Ormandaki bu parçalanma alanları erozyon ve toprak kaymasına açık hale getiriyor.
Orman alanlarındaki tahsislerin bir kısmı da endüstriyel ağaçlandırma için yapılıyor. “Bozuk” diye nitelenen, ağaçlandırmaya uygun olmayan alanların orman envanterinden çıkarılıp endüstriyel ağaçlandırma için tahsisi bir çelişki değil mi?
Büyük çelişki. Endüstriyel ağaçlandırma faaliyetinde hızlı büyüyen türler kullanılıyor. Bu yüzden toprağın orman toprağından daha da verimli olması gerekir. “Orada ağaçlandırma yapılamıyor, ama endüstriyel ağaçlandırma yapılabiliyor” demek tam bir saçmalık. Bir alan geçmişinde ormansa, insanoğlu oraya dokunmazsa kendini onarır. Ayrıca orman denince illa her yerde ağaç olacak diye bir şey de yok. Orman içi açıklıklar da vardır. Yaban hayatının yaşayacağı, yaban hayvanının otlayacağı çayırlıklara, açıklıklara da ihtiyaç var. Bu alanların illa ağaçlandırılması gerekmiyor. Hele endüstriyel ağaçlandırmayı orman olan yerlerde ağaç keserek yapmak tam bir saçmalık. Zonguldak’ın Çaycuma ilçesine bağlı Adaköy’de 100 yaşında olduğu tahmin edilen dişbudak ağaçları kesildi, yerlerine endüstriyel ağaçlandırma yapıldı. Köy halkı ne kadar karşı çıksa da, başarılı olamadı. Endüstriyel ağaçlandırma orman alanlarında değil de terk edilen tarım alanlarında yapılırsa daha verimli olur. Çünkü orman toprağı verimliliği, yapısı ve dokusu bakımından endüstriyel ağaçlandırmaya tarım alanlarına göre daha az uygundur.
Ormanlardan tahsis edilen alanlarda mono-kültür endüstriyel ağaçlandırma yapılması ekoloji üzerinde nasıl bir etki yapıyor?
Ağaçlandırmanın o bölgede yetişen ağaç türleriyle yapılması, kullanılan tohum ve fidanların da o yörede yetişmiş veya yetiştirilmiş olması gerektiğini savunuyoruz. Orman alanlarında endüstriyel ağaçlandırma yapılmasına kökten karşıyız. Bu tür uygulamalar ekolojik anlamda doğru olmadığı gibi, ekonomik anlamda da doğru değil. Ormanlarda yapılan ağaçlandırmaların, endüstriyel ağaçlandırmaları kastetmiyorum, farklı türlerle yapılması gerekir. Örneğin, iğne yapraklı türlerden oluşan ormanlar yangınlara karşı daha hassastır. Ağaçlandırma yaparken iğne yapraklı ağaçların yanına geniş yapraklı, dayanıklı ağaçlar da dikerseniz, bu alanlar yangın sırasında benzin gibi tutuşmaz, yangının ilerleme hızı daha yavaş olur. Bir böcek salgını olduğunda, ağaçlar tek türse bütün ağaçlar tehlike altında kalır. Ama çeşitli türlerden oluşuyorsa, bir tür zarar görse dahi diğer bireyler ormanı ayakta tutar. Problem çözüldükten sonra zarar gören tür de tekrar ekosisteme dahil olur. Demokrasi gibi; farklı insanlar, farklı fikirler bir arada olunca toplum daha güçlü olur, herkes aynı düşündüğünde toplum yanlış bir düşüncenin peşinden gidip yok olabiliyor. Ormanda ne kadar çok tür, ne kadar değişik yaşta birey varsa o kadar iyidir.
Bütün bu zararlar ve verim dezavantajı bilinmesine rağmen, neden orman alanlarındaki ağaçlar yok edilerek endüstriyel ağaçlandırma alanları açılıyor?
Bilmiyorum. Ama şunu biliyorum: Ormanlarımızın yüzde 99,9’unun mülkiyeti devlete ait. Anayasanın 169. maddesine göre, devlet ormanları devlet tarafından yönetilir ve işletilir. Şu an mülkiyeti devredemiyorlar, ama ormanların işletmesini özel şahıslara devrediyorlar. Başka bir yöntem de kent ormanları açıp yönetimini özel şirketlere vermek. Tabiat parklarının yönetiminde de bu yöntemi kullanıyorlar. Tabiat parkları 2008’e kadar daha çok koruma amacıyla açılmış alanlardı ve sayıları otuz kadardı. 2011’de çok sayıda orman içi dinlenme alanı tabiat parkı yapıldı, bir anda sayıları 200’e yaklaştı. Bunları da işletme adı altında eşe dosta dağıtmaya başladılar.
Orman alanlarına “tabiat parkı”, “kent ormanı”, “orman içi dinlenme alanı” gibi statüler verip tamamen farklı amaçlar için kullanıyorlar. Ormanlar rekreasyon için de kullanılır, doğru. Ama anayasa gereği bu alanlar devlet tarafından yönetilmeli. Rekreasyon denince insanların yürüyüş yaptığı, koştuğu, çocuklarını, hayvanlarını gezdirdiği, kitap okuduğu, dinlendiği, kuş seslerini dinlediği yerler anlıyoruz. Ama bu alanlara bir anda düğün salonları yapılıyor, at gezintisi faaliyetleri düzenleniyor, böylece bir şirkete ya da şahsa rant sağlanıyor. Nehir tipi HES’ler de bu şekilde gündeme getirilerek inşa edildi. Hep iktidar partisine yakın çevrelere dağıtıldı. Enerji gereksinimini karşılamaktan çok, iktidarlara siyasal destek sağlamak için yapıldı. Ormanların ormancılık dışı tahsisi 700 bin hektara dayandı. Bu sahalarda orman ekosisteminden bahsedemiyoruz. Ama bunlar kayıtlarda hâlâ “orman alanı” diye geçiyor. Orman alanı gözüken yerlerde maden sahaları, oteller, eğitim tesisleri var. Üçüncü havaalanı ve üçüncü köprünün yolları da orman alanları üzerinde. Türkiye’de yılda ortalama 8-10 bin hektar alan yanar. Bu alanlar yeniden ormanlaştırma çalışmalarıyla bir süre sonra tekrar orman ekosistemi niteliği kazanabilir. Yanan alan tekrar kendini onarır, ama otel yaptığınız, üniversite kampüsü kurduğunuz, HES yaptığınız yerlerde bir daha geri dönüş yok.
Orman Genel Müdürlüğü tahsis edilen alanlardan gelir elde ediyor mu?
50 hektarlık, 100 hektarlık bir saha kiralıyor ve kiralayan şirkete büyük bir rant yaratılıyor. Ama karşılığında belki bir dairenin yıllık kirası kadar bir meblağ alınıyor. Asıl maden tahsislerinden gelir elde ediyor. 2010 yılında, Antalya Orman Bölge Müdürlüğü’nde şöyle bir sahne gördüm: Mermer, taş çeşitlerini sergiliyorlar, “bizim ormanlardan çıkan taşlar, mermerler” diye övünüyorlar. 1986’ya kadar ormancılık faaliyetlerinin tümü devlet tarafından yapılıyordu. Turgut Özal zamanında yapılan değişikliklerle bazı faaliyetlerin özel sektör tarafından yapılmasının önü açıldı. Fakat bu uygulama 2000’lere kadar çok sınırlıydı. Bu iktidar zamanında artık her faaliyet, ormanlardaki yolların, köprülerin yapımı, üretim faaliyetleri ve ağaçlandırma faaliyetleri, özel sektöre açıldı. Özel sektöre yaptırılan odun üretimi son altı-yedi yılda bu nedenle rekor kırdı. Orman Genel Müdürlüğü “buyur orman senin, damgaladığım ağaçları kes” diyor, şirketler istediklerini kesip götürüyor. Müteahhitler de yerel halkı yok sayarak ormanlara girdiler. Orman Kanunu’nun 40. maddesine göre ormanda yapılacak işlerde öncelik civar kooperatiflerin ve yaşayan köy halkınındır. Oysa yerel halkı dışlayarak müteahhitlerin hâkimiyetini tesis ettiler. Bu aşamadan sonra, artık devlet orman işletmelerinin özelleştirilmesini gündeme getireceklerini tahmin ediyorum. Buna karşı sağlıklı bir halk tepkisi üretemezsek kaybımız çok büyük olacak.
Orman kayıpları toplumsal tepkiye neden olduğunda hükümetin savunması hep “kesilen ağaçlardan fazlasını dikiyoruz” oluyor…
Milyonlarca yılda oluşan bir ekosistemi yok ediyorsunuz, yerine ne olduğu, nereden geldiği belli olmayan fidanları dikiyorsunuz. Kestiğiniz bir ağaç yerine isterseniz on ağaç dikin, hemen bir orman ekosistemi oluşturamazsınız. Ağaçlandırma yaptığınız alana orman diyebilmeniz için en azından elli yıl geçmesi gerekir. Antalya-Finike ve Elmalı’daki Çığlıkara’da bulunan sedir ormanları mermer elde etmek için parça parça yok ediliyor. Toros Sediri dünyada sadece Lübnan’da ve Anadolu topraklarında doğal olarak yetişiyor. Bildiğiniz gibi buralardaki sedir ormanlarını korumak için mücadele eden Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti mermer ocaklarıyla mücadele ederken öldürüldü. Ne yazık ki ne sedir ormanlarımızı geri getirebileceğiz, ne de Büyüknohutçu çiftini.
Hükümet “cumhuriyet döneminde, iktidara geldiğimiz güne kadar yapılan ağaçlandırmalardan daha fazla ağaçlandırma yaptık” dedi. Doğru olmadığını açıkladık. Eski Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu “dünyada ağaçlandırmada ilk üçe girdik” dediğinde verileri kontrol ettik, Türkiye ilk onda bile yoktu. Ormanda rehabilitasyon denilen, ama ağaçlandırma sayılmayan bir teknik işlem var. Hiçbir şey yapmasanız bile rapor düzenleyip rehabilitasyon yapmış gözüküyorsunuz. Önceki hükümetler döneminde sıfır olan rehabilitasyon miktarını yüz binlerce hektara çıkarttılar. Bu şişirilmiş rakamları ağaçlandırma sayıp “yılda 500 bin hektar ağaçlandırma yaptık” diye iddia ettiler. Araştırdık, ağaçlandırmaların yüzde 74’ü rehabilitasyon çalışması. AKP döneminin ilk 13 yılını 2001 öncesi 13 yıllık dönemle karşılaştırdığımızda bu dönem ağaçlandırmanın daha az olduğunu gördük. Teknik verileri çarpıtarak, yanlış istatistiklerle halkı yanıltarak “rekor kırdık” diyorlar. Tıpkı enflasyon ve işsizlik rakamlarında yaptıkları gibi. Aynı şekilde, “yangın başına yanan alan miktarını düşürdük” diyorlar. Biraz araştırınca yanan alanları az gösterdikleri ortaya çıktı. 2008’de Antalya-Serik’te bir yangın çıktı. Yanan alan 4-5 bin hektar olarak açıklandı. Orman Mühendisleri Odası 18 bin, Türkiye Ormancılar Derneği ise 24 bin hektar ölçüm yaptıklarını açıkladılar. 4-5 bin hektar nerede, 24 bin hektar nerede? Son İzmir yangınında yanan alanın 500 hektar olduğunu söylediler, hesaplamalar 5 bin hektar olduğunu gösteriyor.
Sizce kamuoyu ve sivil toplum kuruluşları ormanların karşı karşıya olduğu bu tehditlerin ne kadarının farkında?
Gerçekten duyarlı kesimler var, ama sağlıklı, bilimsel verilerle beslenemiyorlar. Bu konudaki eksiklikleri kamuoyuna anlatmak için geçenlerde toplumcu bir ormancılık için mücadele eden dört akademisyen arkadaşımla birlikte “Ormanın Çağrısı” başlığıyla bir açıklama yaptık. Orman yangınlarına karşı oluşan kısa dönemli toplumsal tepkinin ormanları yok eden diğer yanlış uygulamalara karşı da gösterilmesi gerektiğini hatırlattık ve akademisyenlerle bütün sivil toplum örgütlerini birlikte uzun soluklu bir mücadeleye çağırdık. Niyetimiz doğayı korumak için yapılan mücadeleyi daha sağlıklı bilgilere ve yöntemlere kavuşturmak. Büyük bir yangın olduğunda, kameralar gösteriyor, insanlar ayağa kalkıyor, ama yangın mevsimi bitince ormanlar konuşulmuyor. Bizse ormanın, orman ekosisteminin önemini toplum gündemine getirmek istiyoruz. Ormanlar aleyhindeki mevzuat, planlar, uygulamalar sistemli bir şekilde devam ediyor. Bunlara sadece belli zamanlarda verilen tepkilerle engel olamayız.
Ormancılık faaliyetleri bu şekilde devam ederse bizi nasıl bir senaryo bekliyor?
Orman ekosisteminin büyük tehdit altında olduğunu bas bas bağırmamız gerekiyor. İktidar bunu biliyor, ama halktan saklıyor. Ormanları korumak yerine ekonomik büyümeyi tercih ettiler. “Ülke uçuyor” dedikleri, büyüme hızının yüzde 6-8’lerde olduğu zamanlarda bu korkunç tercihi yaptılar. Şimdi ise korkarım, krizden çıkmak için de ormanlara yüklenecekler. Odun üretimini daha da artıracaklar, ormancılık dışı tahsisleri daha da kolaylaştıracaklar. İktidarlar ekonomik krizleri ormanları yok ederek atlatmaya çalışıyor. Şu an Brezilya’da, Endonezya’da durum böyle. Halbuki ormanlar hem ekonomik hem ekolojik krizi çözmek için en önemli araçlar. Fosil yakıtların yakılmasıyla atmosfere salınan karbondioksitin üçte birini (yılda 2,6 milyar ton) ormanlar emiyor. Atmosferdeki sera gazı emisyonlarının yüzde 20’si ormansızlaşmadan kaynaklanıyor. İklim krizini çözmek için fosil yakıtları azaltmamız, diğer taraftan da karbon tutacak orman ekosistemlerini çoğaltmamız, ormanların biyoçeşitliliğini artırmamız, orman varlığını güçlendirmemiz gerekiyor. Ama korkarım, ekonomik kriz ormanlarımızın yok edilmesine neden olacak, bizi de ekolojik yok oluşa sürükleyerek.