AKP iktidarının sağlıkta dönüşüm projesinin güncel ve kritik bir halkası olan şehir hastaneleri, her geçen gün halkın sağlığı için daha büyük bir tehlike teşkil ediyor.
AKP iktidarının kesintisiz adım attığı alanlardan bir tanesinin sağlık alanı olduğunu, sağlıkta dönüşüm programının pek de emekçi halkın çıkarları doğrultusunda gündeme getirilmediği açıktır. Burada birkaç noktanın ön plana çıktığını ifade edebiliriz. Bunlardan birincisi, sağlık alanındaki kamu maliyetlerin düşürülmesidir. İkincisi, sağlık harcamalarının olabildiğince emekçilerin üzerine yıkılmasıdır. Üçüncüsü ise sağlıkta özelleştirme, yani yerli ve yabancı sermayenin sağlık hizmetlerinin sunumunda başat hale gelmesidir.
Gazete Manifesto‘dan Fuat Beşiroğlu’nun haberine göre; bu bağlamda AKP’nin sağlık politikaları ve özelleştirmeci dönüşüm çerçevesinde iki safhadan geçildiği söylenebilir. Bunlardan birincisi, sağlığın finansmanının yeniden yapılandırılarak sağlık hizmetlerinin sağlanmasında genel bütçenin rolünün zayıflatılması ve Genel Sağlık Sigortası Sistemi’ne geçilmesidir. Neo liberal küreselleşmeci dalga ile uyumlu olan bu adımlar, 24 Ocak kararları ile birlikte gündeme getirilse de, bunların nihayete erdirilmeleri AKP iktidarı ile/sayesinde olmuştur. Sigorta tipi finansmanda devletin rolü azalırken emekçilerin üzerindeki mali yük artmıştır. Birinci safha sağlık alanındaki önemli bir yapısal dönüşüm olarak gündeme gelmiştir.
İkinci safha ise sağlık hizmetlerinin sunumunun özelleştirilmesidir. Bunun ise iki kabaca iki ayağı bulunmaktadır. İlki, sağlık alanında doğrudan özel sektörün alanının genişlemesi, sermaye iktidarının ve temsilcisi AKP’nin bunun önünü açacak politikaları ortaya koymasıdır. Türkiye gibi bir ülkede sağlık hizmetlerinin tamamen özel sektöre bırakılmasının sınırları, burjuvazi açısından sınıf mücadeleleri bağlamında bir dizi negatif sonucunun olacağı açıktır. Bu yüzden 1990’lı yıllarda başlayan sağlıkta doğrudan özel sektör yatırımlarındaki gelişigüzel artış AKP iktidarı ile birlikte daha yapısal bir karakter kazanmıştır. Bir adım sonrasında ise tekelleşme eğilimi güçlenerek özellikle 2000’li yılların başında ortaya çıkan özel mahalle poliklinikleri yerini büyük sağlık tekellerine bırakmıştır. Bugün adını duyduğumuz özel ve büyük sağlık kuruluşlarının ortaya çıkış dinamiklerinde Türkiye kapitalizminin 2000’li yıllardaki küreselleşmeci dalgada sağlık alanının karlı bir alana dönüştürmesi ile birlikte sosyal devletin tasfiyesinin olduğunu ortaya koymak gerekir. İkinci Cumhuriyet olarak adlandırılan, ülkemizdeki gerici ve piyasacı rejimin sağlık bakanının Türkiye’deki en büyük sağlık tekellerinden birinin patronu olması bu açıdan şaşırtıcı değildir.
Bununla birlikte AKP iktidarının sağlıkta dönüşüm adı altında kamu sağlık hizmetlerine ya da kurumlarına ağırlık veriyormuş görüntüsünün arka planında da sağlık finansmanının genel bütçeden sigorta tipi birikim modeline geçiş olduğunu atlamamak önem taşır. AKP “sağlıkta dönüşüm” adı altında her ilçeye hastane açmakla övünen bir iktidar olsa da, kamu hizmetleri üzerinden sermayenin ihya edilmesi her zaman AKP için öncelikli olmuştur. Birinci basamak sağlık hizmetlerinden tutun, devamında ise kamu sağlık kurumlarının içindeki yan hizmetlerin (temizlik, yemek, güvenlik, hasta karşılama, sekreterlik) ve bir dizi sağlık hizmetinin (görüntüleme yöntemleri, laboratuar hizmetleri, bazı özelleşmiş bölümler) özelleştirilmesi gündeme gelmiştir.
İkinci ayak: Kamu özel ortaklığında cisimleşen şehir hastaneleri
Yukarıda bahsettiğimiz sağlık hizmetlerinin sunumunun özelleştirilmesi bahsinde ikinci önemli ayak ise kamu özel ortaklığı olarak gündeme getirilmiştir. Bunun ülkemizdeki somut karşılığı ise şehir hastaneleri olarak ortaya çıkmıştır. Buradaki sistemin mantığı özelikle 1980’li ve 90’lı yıllarda ortaya çıkan Dünya Bankası raporlarında ifade edilerek, kamuculuğun ya da sosyal devletçiliğin nasıl iğdiş edileceğine dair bir dizi reçete ortaya konmuştur.
Türkiye’de bu anlamda örnek alınan modelin kamu özel ortaklığına dayanan yap-kirala-devret şeklinde medikal alanda, inşaat alanında ve finans alanında yatırım yapan şirketlere kaynak aktarımı ya da peşkeş usulünde gerçekleştiği görülmektedir. Şehir hastanelerinin nereye oturduğunun yanıtını öncelikle burada aramak gerekir.
Nasıl bir sistemin işletildiğini kısaca şu şekilde açıklamak mümkündür:
– Sermaye iktidarı tarafından, sağlıkta reform, yenilenme, modernizasyon vb… söylemlerle bir dizi kamu hastanesini kapatarak hepsini kapsayan büyük hastaneler açılacağı söyleniyor.
– Bu hastaneler, projesi Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenmiş bir ihale ile tıbbi malzeme, teknoloji, inşaat, finansman alanlarında faaliyet gösteren şirketler tarafından yapılıyor.
– Yapılacak olan hastaneler 25 yıllığına bu şirketlere kiralanıyor. Her yıl için hastanedeki yatak sayısı üzerinden hesaplanan ve milyonlarca liraya denk gelen bir meblağ ödeniyor. Sağlık Bakanlığı bütçesinin yüzde 60’ı bu hastanelerin kira ve hizmet bedeli olarak bloke ediliyor.
– Devlet ilgili şirketlere hastanede yüzde 70 doluluk garantisi veriyor. Kısacası boş kalan yatakların parası da devletin kasasından yani emekçilerin cebinden çıkıyor.
– Şirketler ile yapılan anlaşmalar “ticari sır” kapsamında değerlendiriliyor ve gizleniyor.
– Bazı rakamlar durumun vehametini göstermek açısından kritiktir: Kalkınma Bakanlığı’nın raporlarında şehir hastanelerinin devlete maliyetinin 10,6 milyar dolar olduğu ve bunlara ödenecek sadece kira bedelinin ise 30,3 milyar dolar olacağı, bu rakama hizmet bedellerinin dahil edilmediği açık bir şekilde yer almaktadır. Bununla beraber yapılan bazı hesaplamalar ise önümüzdeki 25 yıl boyunca şehir hastaneleri üzerinden kapitalist şirketlere aktarılacak paranın 140 milyar dolar seviyelerine ulaşabileceğini ortaya koymaktadır. (1)
Kamu eliyle özel sektörün ihya edilmesi olarak ifade edilmesinde herhangi bir sakınca olmayan şehir hastaneleri sistemi emekçi halkın soyulmasının bir diğer adı olarak gündemdedir. Bu noktada sermaye devleti ve AKP iktidarı ile işbirliği içerisinde olan, sağlığımız üzerinden kâr eden şirketlere yakından bakalım.
Sağlığımıza el koyan yerli, yabancı sermaye grupları
İnşa edildikten sonra 25 yıl boyunca ülkemiz emekçilerini borçlandıracağı açık olan şehir hastanelerini yapan firmaların AKP’nin “yürü ya kulum” dediği şirketler olması çok şaşırtıcı değil. Neredeyse tüm şirketler bir dizi uluslararası finans ya da taahhüt şirketi ile işbirliği içerisinde bu işe girmiş durumda. General Electric, Siemens gibi büyük Amerikan ve Alman tekelleri ile bir dizi Fransız ve İtalyan şirketi de şehir hastaneleri için sıraya giriyor, yerli şirketler ile işbirliği yapıyorlar. Amacın yukarıda bahsettiğimiz milyarlarca dolarlık pastadan pay almak olduğu ise açık olsa gerek. Şehir hastanelerinin kaymağını yiyecek şirketlere göz atıldığında ise ilginç sonuçlar ile karşılaşılıyor.
Rönesans Holding: Adana, Elazığ, İstanbul İkitelli, Yozgat, Bursa Şehir Hastaneleri ve Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Psikiyatri ve Yüksek Güvenlikli Adli Psikiyatri Hastaneleri’ni yapacak. 2018 yılında Forbes dergisinin açıkladığı Türkiye’nin en zenginleri listesinde ikinci sıraya oturan Erman Ilıcak’ın sahibi olduğu şirket, Ankara Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın inşaatını yapmasıyla biliniyor. AKP döneminde aldığı ihaleler ile büyüyen şirketin bir dizi şantiyesindeki kötü çalışma koşulları, kurtlu yemekler vb… nedenlerle gündeme geldiği de hatırlanacaktır. Rönesans Holding’in Adana Şehir Hastanesi’nde Dünya Bankası’na bağlı çalışan IFC şirketi ile ortaklığı bulunuyor. Dolayısıyla, diğer örneklerde de benzeri olduğu üzere yerli ve yabancı sermaye ortaklıkları kamu kaynaklarının yağmalanmasının adı oluyor. Bir de sağlık alanında özellikle Dünya Bankası’nın belirleyici rolüne dikkat çekmek gerekiyor.
CCN Holding: Ankara Bilkent ve Mersin Şehir Hastaneleri, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu ile Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun inşaatlarını üstlenmiş durumda. AKP döneminin yükselen yıldızlarından olan IC İçtaş şirketinin içinden çıktığı bilinen CCN holding, İçtaş’ın sahibi İbrahim Çeçen’in oğlu olan Murat Çeçen’e ait. IC İçtaş şirketin geçmişten beri kamu ihalelerindeki rolü bilinirken, Astaldi şirketi ile ortaklı içerisinde girdikleri 3. Köprü inşaatı ve sonrasında devletin sunduğu geçiş garantisi üzerinden ödemeler bu şirketi ihya eden büyük işlerden biri olarak ön plana çıkmıştı. Buradan çıkan CCN Holding de aynı mantıkla şehir hastaneleri üzerinde hasta garantili ödemeleri alıyor. Şirketin patronu bunu 24 Temmuz 2018 tarihinde Dünya gazetesine verdiği röportajda (2) açık bir şekilde ifade ediyor:
-Nasıl işliyor yatırımcı şirketin hastaneyi işletme süreci?
Murat Çeçen: Biz inşaatı yapıyoruz ve 5 yıl boyunca işletmesini üstleniyoruz. Sağlık sektörünün altyapısını ve yan sektörlerini oluşturduğumuz bir noktadayız. Biz devletin adına bir bina yapıyoruz, yatırımı biz gerçekleştiriyoruz. Sadece binayı da yapmıyoruz, piyasadaki en iyi en yeni cihazlarla donatıyoruz. Devlet bize 25 yıl boyunca kira veriyor. Hastane boş da olsa, dolu da olsa… Hasta sayısı kriteri yok. 25 yıl boyunca sabit bir kira veriyor bize. İkincisi 19 tane hizmeti bizim sorumluluğumuza veriyor. Zaten devlet hastanelerinde de bu hizmetler taşere ediliyor. Temizlik, güvenlik, bahçe, atık toplama, yemekhane gibi… Bu 19 hizmet 5 yıl boyunca belirli bir rakam üzerinden bize veriliyor. Yatırımını da bizim yaptığımız hizmetler bunlar. Örneğin Urfa’daki bir devlet hastanesinde çamaşır hizmetleri özel sektöre verilirken şirket hazır bir altyapıya geliyor. Şehir hastanesinde ise biz çamaşırhaneyi kendimiz yapıyoruz. Makineleri de biz koyuyoruz. O nedenle bir tık daha yüksek bizim aldığımız bedel.
Buradaki “bir tık” yüksek bedelin ise aynı ildeki devlet hastanesinde özel sektöre verilmiş bir işin bile on dört katı olduğu yapılan araştırmalar ve Sayıştay raporları (3) ile kanıtlanmış. Dolayısıyla devletin sabit ödemeleri dışında katmerli bir rant mevcut.
Akfen Holding: Isparta, Eskişehir, Tekirdağ Şehir Hastaneleri’nin yapımını üstlenmiş durumda. AKP döneminin ihale (havalimanı, turizm, enerji, liman) şampiyonlarından biri olarak görülen Akfen Holding de şehir hastaneleri üzerinden yapılacak vurgunda yerini almış. Uluslararası off-shore şirketlerinin “altın müşterisi” olarak tanımlanan Akfen patronu Hamdi Akın aynı zamanda vergi cenneti olarak bilinen yerlerde kurduğu şirketler ile gündeme gelmişti.
YDA: Kayseri, Şanlıurfa, Manisa, Konya Şehir Hastaneleri’nin yapımını ve işletmesini almış bir şirket. Tayyip Erdoğan ile kişisel ilişkilerinin de oldukça sıkı olduğu söylenen bu şirket şehir hastaneleri işine İtalyan ortağı ile birlikte giriyor. Varlık Fonu ile kurtarılan AKP yandaşı şirketler arasında adı geçen YDA’nın şehir hastaneleri sayesinde 3 milyar dolardan fazla gelire sahip olacağı söyleniyor.
KAYI İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.: Gaziantep Şehir Hastanesi’nin yapımını alan bu şirket 2012 yılındaki iş cinayetiyle tanındı. Kayı İnşaat’ın taşeron firma olduğu İstanbul Esenyurt’taki Marmara Park alışveriş merkezinin inşaat şantiyesinde, işçilerin yatakhane olarak kullandığı çadırlarda yangın çıkmış ve 11 işçi hayatını kaybetmişti. 11 işçinin iş cinayetiyle hayatını kaybetmesinin ardından tepkiler üzerine Kayı İnşaat yurt dışı projelerine ağırlık verdi. Cezayir’de onlarca şantiye açan firma işçi düşmanı yüzünü göstermiş, 2016 yılında altı ay boyunca inşaat işçilerinin parasını ödememiş ve bunun üzerine yedi binden fazla işçi Cezayir’de direnişe geçmişti.
Türkerler İnşaat – GAMA Holding: Kocaeli ve İzmir Bayraklı Şehir Hastaneleri’nin yapımı bu şirketlere ait. Türkerler İnşaat Bilal Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen bir firma, zamanında TÜRGEV’e yaptığı binalar karşılığında mühürlenmiş olan kaçak gökdelenlerine verilen izinler ve aldığı TOKİ ihaleleri ile hatırlanıyor. Bu iki firmanın ortaklığında yapılan Kocaeli Şehir Hastanesi inşaatında yemeklerden böcek çıktığı için geçtiğimiz ay inşaat işçileri eylemler yapmıştı.
Şehir hastaneleri emperyalizme mahkum
Gerek yapım gerekse işletme kısmında yerli sermaye grupları ile birlikte yer alan uluslararası şirketlerin kendi çıkarlarını nasıl garanti altına aldıkları son Sayıştay raporları ile birlikte ortaya çıkmıştır. Sayıştay’ın Şehir Hastaneleri Denetim raporunda görünen bir gerçek, şehir hastanelerinin muhasebe servisinin yurtdışı finansörlerin ofisine, hukuk servisinin ise Londra’ya taşındığını ortaya koydu. Bu durum kamu özel ortaklığı olarak lanse edilen şehir hastanelerinin aslında emperyalist sermaye açısından da ne kadar dikkate alındığının bir göstergesi olarak ortaya çıktı. Bu denetim raporlarının hazırlanması esnasında Sağlık Bakanlığı’nın bazı ihale belgeleri ile sözleşmeleri gizlemeye çalışması ise büyük bir skandal olarak gündeme gelmiştir.
Yerli ve yabancı sermayeye karşı mücadele olmadan halkın sağlığı sağlanamaz
Sonuç olarak, sağlıkta özelleştirmenin en önemli ayaklarından biri olan şehir hastanelerinin ülkenin geleceğine vurulmuş büyük bir darbe olduğu açıktır. Bu yazıda da örneklendirmeye ve açıklamaya çalıştığımız üzere halkın sağlığı için verilecek mücadelenin kapitalizme ve emperyalizme karşı verilecek mücadeleden ayrı düşünülmesi en büyük yanlış olacaktır. Hedef tüm sağlık hizmetlerinin kamulaştırılması, sağlıkta sosyalizasyonun ilkelerinin mutlak hale getirilmesidir. Bunların ise kapitalist Türkiye’de gerçek anlamda ayakları üzerinden doğrulabilmesinin sınırları vardır. Halkın sağlığının gerçek anlamda sağlanması da, eşit parasız ulaşılabilir sağlık hizmeti de emekçilerin kurtuluşundan, Sosyalist Türkiye’den geçmektedir.
(1) istabip.org.tr/videoizle?ID=112 (Videonun 27. dakikasından sonra konu ile ilgili açıklamalar mevcut)
(2) dunya.com/sirketler/sehir-hastanelerine-5-yilda-3-milyar-euro-daha-yatiracak-haberi-423281
(3) istabip.org.tr/videoizle?ID=113 (Videonun 28. dakikasından sonra konu ile ilgili açıklamalar mevcut)