Prof. Dr. Ali Akay ile söyleşi: 20. yüzyıl Şehirleşmesi Felaket Oldu!

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşilerine devam ediyor. Prof. Dr. Ali Akay ile konuştuk; “Ne yapmalı olmamalı sorumuz; çünkü Lenin bu soruyu sordu ve neticesi felaket ile bitti; o yüzden bilgimiz dahilinde olan herhalde “ne yapmamalı?” olacak. Önümüzde ne yapmamalı hakkında 40-50 senelik bir şehirleşme ve göç tecrübesi var. 20. yüzyıl şehirleşmesi felaket oldu!

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 7 Mayıs 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Yeşil/Ekoloji; sizin sitenizden söz etmekteyseniz, bunu Facebook’ta karşıma çıktığı zaman okuduğum bir haber sitesi olarak görüyorum. Haber vermektesiniz Türkiye’nin çeşitli akarsu, madenler, denizler ve kıyılar ile ilgili olarak. Ama sizi çok iyi takip edip edemediğimden dolayı hakkınızda net bir şey söylemem zor olacaktır. Dersler, konferanslar ev işleri (malum izolasyon döneminde her türlü ev işini de ben yaptığım için, her şeye bakmak için zaman kalmıyor diyebilirim. Kendi uğraşı alanlarım ile daha fazla zaman geçirmek zorundayım: MSGSÜ lisans ve yüksek lisans ve doktora dersleri zamanımı almakta. Bu sene, “Rönesans düşüncesi” ve “1945 sonrası sosyolojik olarak Ekonomi-Dünya kuramları” üzerine dersler yapmaktayım.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşulların avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Bizi beklenmedik bir şekilde, en azından benim beklemediğim bir şekilde ele geçiren bu durum karşısındayız, ancak anlamaya çalışıyorum. Ne ile karşı karşıya kaldığımız bile bilim çevreleri tarafından, 3 ay sonra olsa bile, hala tartışılmakta ve bunun cevabı hala verilmiş durumda değil. Salgının ekolojik iyileşme ile bazı ekolojik sorunları daha iyi bir hale sokmaya başladığı haberlerini alıyoruz. Belli bir yerde, ozon tabakasının kapanmaya başlaması, bazı balıkların geri gelmeye ve nehirlerin ve denizlerin kirliliğinin azalmaya başlaması. Bana kalırsa bu, çok umut verici; çünkü 2-3 ay gibi bir zaman zarfında, böyle bir geri gelme yaşanmaktaysa; bu siyasi olarak kararların alınabildiğinde tabiat kurtarılabilir olarak durmakta.

Doğa, yani physis eski Grekçe olarak bugün bizim kullandığımız “doğa” anlamına gelmemekte. Bir şeyin doğası gereği olan bileşkeleri anlamına gelmekte. Yani bir toprağın veya bir canlının doğası onun kuvveti ve zayıflığını anlamak bakımından açıklayıcı olabilmekte. Her insan ayrı ayrı, herkesin doğası aynı değil; o bakımdan “insan doğası” diye genelleştirme yapamayacağımız bir kavram doğa. Herkesin beden ve ruh kuvveti aynı değil; herkesin bugün immün sistemi de tabii aynı değil; Bunu görmekteyiz. Yaşlara ve vücutlara göre değişen bir şekilde immün sistem işlemekte. Doğamız aynı değil; her birimizin doğası farklı. Ben içinde yaşamakta olduğumuz duruma ait avantaj veya dezavantaj olarak bakamıyorum. Avantaj yok; çünkü bu durum geçtiğinde aynı siyasi partiler (ister iktidar veya muhalefet) yöneteceklerse, ekolojik kararları her zaman tali olacaktır. Daha ekonomi, insan hakları, turizm, ihracat veya ithalat veya kimlik veya ideoloji olarak bakmaktalar. Ekoloji bunların üzerinde bir mesele. Ve her zaman ekonomik kapitalist çıkarlarla örtüşemiyor. Bu büyük sorun. Dezavantaj da bu iki alanın birbirlerine uygunluğa hala geçememiş olması. Upuygunluk yoksa ideolojik olarak çakışma gerçekleşemez! Ve bu sorunların bana göre doğrudan pandemi ile ilişkisi yok! Pandemi kendi içinde insani olarak bir felaket zaten!

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Ben böyle bir sıralama yapmak için o kadar bilgiye sahip değilim. Benim bakışım sadece felsefi, sosyolojik veya sanatsal bir bakıştır; ekolojinin üzerine bir uzmanlığım yoktur. O nedenle bu sorunun cevabını verecek yetkinliğe sahip değilim. Küresel olması nedeniyle en ilk olarak dikkat çekici gelen ise tarım sektörünün bu kadar geri plana atılması ve tek tarım kültürü üzerinden küresel bir iş bölümünün Monsanto gibi şirketler tarafından yönlendirilmesi. Biyo-çeşitliliğin sorunları; bu hem de yiyecek anlamında sıkıntılı bir döneme sokmaya başlaması; su sıkıntısı (yakın zamanda hem beslenme hem de su eksikliklerinin gündeme geleceğinin konuşulması uzmanlar tarafından…

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Ekolojinin sadece bir doğa sorunu değil aynı zamanda bir zihniyet sorunu olduğunu düşündüğüm için başka öznelliklerin ortaya çıkması gerekecektir. Yoksa bugünkü arzularımız ve tutkularımızla yaşam biçimimizi değiştiremeyiz. Doğal davranma bir davranış biçimi. Bir duyarlılık alanı. Yaşam tarzlarımız ve tüketim modellerimizi başka şartlar içinde düşünmek zorundayız; ama bunun için başka türlü bir zihniyetin yaygınlaşması gerekmekte. Bu örnek olacak siyasilerin model olarak ortaya çıkmalarıyla genelleşebilir; tarihte genelde bu şekilde bir imitasyon süreci yaşandı ve ona göre davranış şekilleri halka ait olmaya başladı. Bu anlamda daha işin en başındayız herhalde? Ne yapmamız gerektiğini aşağı yukarı biliyoruz; ama bunu biz değil siyasi ve antropolojik ve de ekonomik yeni bakışların geliştirilmesi gerekecektir kanımca. Guattari bir zamanlar Negri ile birlikte yazdığı kitabında “ne yapmalı olmamalı sorumuz” diye yazmıştı; çünkü Lenin bu soruyu sordu ve neticesi felaket ile bitti; o yüzden bilgimiz dahilinde olan herhalde “ne yapmamalı?” olacak. İkinci soruda, en azından, geçmiş yakın tarihten dersler çıkarabiliriz; önümüzde “ne yapmamalı?” hakkında 40-50 senelik bir şehirleşme ve göç tecrübesi var. 20.yüzyıl şehirleşmesi felaket oldu: Mega kentlerin sorunları (hava kirlenmesinden denizlerin içme sularının kullanılmaz hale gelmesinden oksijen soluyacak yeşil ormanlık alanların yok edilmesine, beton ve çimento kokularına kadar, yemek modellerinden obezleşmeye ve kansere yol açan maddelere, sinirsel bozukluklara kadar devam eden bir 50 yıl!) Benim neslim bunu çok iyi yaşadı ve tecrübe etti. Ampirik olarak ne yapılmamalı o bakımdan gözlerimin önünden geçmekte… 1970 başı fotoğraflarına bir bakın Türkiye’de şişman insan yok gibi: herkes evine yemek yemekte, musluktan akar su içmekte, toprağa basmakta ve bugünkü yeni malzemelerle (apartmanların mantolanması ve benzeri) yapılmış evlerde oturmamakta. Bu ekolojik bir felakettir.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Ben 1957 yıkında İstanbul’da doğmuş bir insanım; hayat tecrübem 63 yıl. Temiz havayı, temiz denizi, arsaların boş halinde top oynayan çocukları, yazlık sinemalarda serinleyen havada kazak giymeyi, yemekten sonra yazlık sinemaya yürüyerek giden ve dolayısıyla hazmeden hayatı yaşamış birisiyim. Yazın sandallarda kürek çeken yüzen, bir yerden bir yere gündüz vakitleri bisiklet ile giden ve dolayısıyla spor yapmakla gününü iter istemez geçiren birisiyim. Bugün ise bütün bunlar geride hatıralarda kaldı. Ben ilk olarak 1976-1990 arasında daimî olarak yaşadığım Paris’te 1988 veya 89 yılında René Dumont adlı agronomu (tarım bilimci) duyduğumda bu sorunu fark ettim. O gelecek 40 yıl içinde yemek ve su sıkıntılarını haberini vermekteydi. Dünyayı besleyemeyecek bir nüfus patlamasını öngörmekteydi; dolayısıyla göçler ve siyasi olarak da mültecilerin gelmekte olduğu sefaleti anlatıyordu. Daha sonra düşünür Paul Virilo, psikanalist ve filozof Félix Guattari gibi tanımak fırsatını bulduğum insanlar ekolojik hareketin başlama safhalarında yazmaya başlamışlardı. Ve zaten 1970’li yıllardan beri Alman ekolojistleri “Soğuk savaş devamında nükleer savaş tehlikesi altında barış hareketini doğa ve insanlık için savunmaktaydılar; Almanya’da Meclis’e bleu-jean pantolonlarıyla girmeleri bir devrim niteliğindeydi). Pratik olarak sayılmasa da yine de bir sergi yapma pratiği içinde 1998’de benim ilk ekoloji sergimi yaptım (Ekoloji-Periferi), daha sonra 2000’li yıllarda birçok sergim (küratör olarak) ekolojiyi öne çıkarmaktaydı. Doğa ile ilişki her zaman içinde olduğum sanatsal bir faaliyetti ve aynı zamanda entelektüel bir uğraşıydı.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın