Prof. Dr. Fuat Ercan ile söyleşi: Kovid-19 Salgını Yeşil/Ekoloji ile Anti-Kapitalist Düşünce ve Eylemlilikler Arasındaki Açının Kapanmasını Sağlamıştır

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşilerine devam ediyor. Aktivist/akedemisyen Prof. Dr. Fuat Ercan ile konuştuk: “Bir anda hızlanan tahribat süreci bu süreci işaret eden Yeşiller/Ekolojistler ile Anti-Kapitalistleri ve daha da önemlisi eko-feministleri, tahribatla yüzleşen insanlarla bir araya gelmelerini hızlandırdı. Bu aşamada belki birikimin bir sonraki adımı, umut edilecek adımı hiyerarşik bir içerme/içerilmeye karşı yıkım sürecinden farklı ölçülerde etkilenen insan/toplulukların aynı platformda buluşmaları olacaktır. Platform yatay ve dikey çapraz dayanışma ağlarının eş zamanlı esnek, konjonktürel bir araya gelişlerin önünü açacaktır.”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 12 Mayıs 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Tabii ki böyle bir birikimden söz edebiliriz. İçinden geçtiğimiz Covid-19 salgının yarattığı olağanüstü günler Yeşil/Ekoloji düşünce ve eylemlilikler ile Anti-Kapitalist düşünce / eylemlilikler arasındaki açının kapanmasını sağlamıştır. Yeşil/Ekoloji düşüncesi uzun zamandan beri bize doğanın, ekolojik ortamın hızla tahrip olduğunu daha somut, daha tanımlanmış gerçeklikleri işaret ediyordu. Anti-Kapitalist düşünce/eylemlilikler ise daha çok işleyişin en genel dinamikleri üzerinden bir düşünce-eylemliliği temel alıyordu. En önemli birikimin tarihsel olarak birbirinden oldukça farklı kulvarlarda devam eden bu iki yaklaşımın referans noktalarının birbirine yaklaşması ve bu tarihsel deneyim ve birikimin bugünlerde yüzleştiğimiz bu salgınla yeni bir aşamaya ulaşmıştır.

Ama bu iki farklı birikimin birbirine yaklaşmasını gerçekleştiren sadece bu iki bakışın teorik gelişimi ve eylemliliği değil, ne yazık ki daha çok ulus-devlet ve sermayenin yeniden üretim sürecinin hızlanarak artan tahribatı birikimler arası bağlantıların artmasına neden olmuştur. Tahribatın artmasına neden olan iki önemli dinamik var, bir yandan sermayenin yeniden değerlenme krizine girmesi ve çıkış yollarından birinin doğaya yatırımlar yapması. Yani zaten süregelen doğayı üretim için girdi olarak kullanmanın yanı sıra ve daha hızla tahribata neden olacak yatırıma alanı olarak dönüştürülmesidir. Daha önce emek-gücünü sömürmenin nazik dile gelişi beşeri sermaye idi, son iki on yılda artık beşeri sermayenin katkısı ile doğa da bir sermaye olarak yani doğa sermayesi ile değişim ifade edilmiştir. Yani artık “Su Akar Türk Bakar” devri geçmiş yerine Enerji Piyasası yasası, Su Kullanım Hakkı sözleşmesi gibi on yüzlerce yasa ile doğa sadece bir girdi değil yer altı-yer üstü varoluşu tamamen sermayenin yatırım alanına dönüştürülmüştür. Dönüştürülmüştür diyoruz çünkü sadece sermayenin yeni değerlenme krizine karşı doğa sürece dahil edilirken devletlerde karşılaştıkları finansal kısıtı aşmak için egemenlik hakkını kullanarak tahribat sürecin yasal/kurumsal düzeneğini sağlamıştır. Böylece sermayenin yeniden değerlenme ihtiyacı ile ulus-devletlerin maddi yeniden üretimi zorunluluğu madenlerin, meraların, akiferlerin, kıyıların, biyolojik çeşitliliğin metalaşma, sektörleşme ve uluslararasılaşma dinamiklerinin içinde çekilmesine neden olmuştur.

Prof. Dr. Fuat Ercan ile söyleşi: Kovid-19 Salgını Yeşil/Ekoloji ile Anti-Kapitalist Düşünce ve Eylemlilikler Arasındaki Açının Kapanmasını Sağlamıştır

Bir anda hızlanan tahribat süreci bu süreci işaret eden Yeşiller/Ekolojistler ile anti-Kapitalistleri ve daha da önemlisi eko-feministleri, tahribatla yüzleşen insanlarla bir araya gelmelerini hızlandırdı. Bu aşamada belki birikimin bir sonraki adımı, umut edilecek adımı hiyerarşik bir içerme/içerilmeye karşı yıkım sürecinden farklı ölçülerde etkilenen insan/toplulukların aynı platformda buluşmaları olacaktır. Platform yatay ve dikey çapraz dayanışma ağlarının eş zamanlı esnek, konjonktürel bir araya gelişlerin önünü açacaktır.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşulların avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Aceleci davranarak aslında ilk soruya cevap verirken bu salgının olumlu olma ihtimalini ifade etmiş oldum. Yaşam ortamımızı günden güne mahveden işleyişin (imalata dayalı ataerkil ulus-devlet destekli sermaye birikimi) farklı nesnel gerçeklik ve duruşları olanlar arasında daha bir görülür olmasını sağlamıştır. Tabii ki çıkar-sınıf ilişkileri üzerinden baktığımızda sermaye birikiminin aktör-örgütleri ve tabii ki ulus-devletlerde olağanüstü halin yarattığı sosyal izole edilme, dijitalizasyon ile kontrol ve denetimi sağlamaya yönelik uygulamalarla bir dizi yeni deneyimler kazanıyorlar, kazandılar. Bu deneyimlerin yarattığı olanakları kullanmak için dönüştürerek sürdüreceklerdir. Diğer yandan bu salgının ne ilk ve ne de son olmayacağını ve hatta sıklaşarak artacağını düşünmeliyiz. Çünkü Covid-19 bir kaza, bir istisna, sıklıkla işaret edildiği gibi Çin’de insanların geleneksel gıda ihtiyacını giderme tarzının (ki bunu da göz ardı etmememiz gerekiyor) ürünü değil, muazzam bir boyuta varan işleyişin (imalata dayalı ataerkil ulus-devlet destekli sermaye birikimi) ürünü olduğunu, bu işleyişin sonucu olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Prof. Dr. Fuat Ercan ile söyleşi: Kovid-19 Salgını Yeşil/Ekoloji ile Anti-Kapitalist Düşünce ve Eylemlilikler Arasındaki Açının Kapanmasını Sağlamıştır

Her ne kadar Cassandra’nın lanetini yaşıyor olsak da bu işleyiş devam ettiği sürece tehdidin sıklaşarak artacağını söyleyebiliriz. Geleceğe ait öngörümüz bu ise yukarıda işaret ettiğim düşünce ve eylemlilik içinde olanlar pro-aktif bir dizi düşünce ve pratiği yeniden düşünmesi gerekiyor. Yerelliklerde başlayan yardımdan, dayanışmaya yönelen birliktelikler düşünülmeli. Covid-19 sürecinin bize gösterdiği en önemli şeyin bu işleyişin ne kadar irrasyonel olduğudur. Ve rasyonel bir düzeneğin irrasyonel işleyişi biz insanları vasıfsız/donanımız kıldığına uyandırdı bizi salgın. Bence yaşadığımız tedirginliğin en belirgin yönü de elimizin/aklımızın nasıl işe yaramaz olduğunu görmek oldu. Yaşamımız için gerekli olan en temel ihtiyaçlarımızı (su-ekmek, sebze, meyve, sağlık, eğitim) sağlayamadığımız, yani yaşam ortamını üretemediğimizi ama daha da önemlisi bu temel ihtiyaçları sağlamak için ortamın yok edildiğine uyandık. Bu ortamı yeniden yaratacak becerilerden yoksun olduğumuzu gördük. Tedirginlik yaratan bu uyanış aynı zamanda bir fırsat, çünkü uyandık. Ya da bir çoğumuz bunu hissettik. Yerelliklerden başlayacak yardım ve dayanışmanın sadece ihtiyaçları karşılama değil, insanların el & aklı birlikte harekete geçiren etkinlikler ve bu etkinlikler dolayımında beraber olmayı yeniden öğrenecek süreçlerin önünü açmalı. Tarihsel olarak sahip olduğumuz vasıflarımıza yeniden canlandırmaya, el ve aklı/duyguyu eş zamanlı harekete geçirecek etkinliklere yönelecek/yöneltilecek beraberlikler inşa edilmeli. Yerelliklerden başlayarak insanın kaybettiği/kaybettirilen niteliklerini yaşamın her alanında yaşlısı/gencini erkeğin, kadınını, eğitimli, eğitimsizi içine alacak özgüven kazandırıcı sosyallikler yaratılmalı. Her bir üyesinin özgüvenini/vasfını artıran beceriler aynı zamanda ortaklaşa hareket etme yeteneği/becerisine dönüştürülmeli.

İhtiyaçları karşılama dediğimizde ise ihtiyaçlarımızın temel kaynağı, parçası olduğumuz, parçamız olan doğa ile yeniden tanışmaya yönelmeliyiz. İmalata dayalı ataerkil ulus-devlet destekli sermaye birikiminin zamanla yarattığı toplumsal doğamızı dönüştürecek vasıf/beceri kazanmayı doğa ile birlikte, doğayı yeniden yaşayan bedenimiz olarak düşünecek pratiklere yönelmeli. Bir bütünün parçaları olarak birlikte birbirini destekleyen bir dizi basit örnek/pratiğin harekete geçirilmesi tarihsel süreç içinde oluşan yıkıcı toplumsal doğamızı dönüştürdüğü ölçüde, doğanın yeniden yeşermesi belki de özgüven kazanmamızın en önemli kaynağı olacaktır. Sermayenin, patriyarkanın ve dahası ulus-devletin farklı işleyişlerden doğan ve zaman içinde farklı boyutlarda yıkıcı yönleri açığa çıkan ve genellikle de ittifak halinde olan oluşa karşı özgüvenini kazanan vasıflı bireylerden oluşan beraberlikler yaratılmalı. Beraberlik yukarıda işaret edilen yıkıcı işleyişlere karşı basit yardımlaşmadan, dayanışmaya ve bir noktada direnişle giden pratiklerin önünü açacaktır. Aslında sıfırdan başlanacak bir süreçten de bahsetmiyoruz. Çünkü epey bir zamandır üretim ve tüketim alanında sayıları ve nitelikleri farklılaşan kooperatifler, mülksüzleşmeye karşı başlatılan müşterekler hareketi belirli amaca yönelik sivil toplum örgütleri, yerel toplulukların başlattıkları meclis ve inisiyatifler, tohum takas buluşmaları ve burada sayamayacağım çok sayıda yeni beraberlik deneyimleri yaşanıyor.

Prof. Dr. Fuat Ercan ile söyleşi: Kovid-19 Salgını Yeşil/Ekoloji ile Anti-Kapitalist Düşünce ve Eylemlilikler Arasındaki Açının Kapanmasını Sağlamıştır

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Ekolojik ortamın Türkiye’ye özgü halleri derken son yirmi yıl ve tabiki özellikle AKP’nin iktidarda olduğu dönem özel bir önem arz ediyor. İmalata dayalı ulus-devlet destekli sermaye birikimi yıkıcı süreci tanımlayan işleyiş-oluş, makine artık adına ne dersek diyelim. İşleyiş dünya ölçeğinde belirli bir aşamaya gelmiş durumda ama her bir ulus-devlet/toplum kendine özgü tarihsel, sınıfsal, kültürel dinamikleri ile işleyişe-oluşa dahil oluyor. Türkiye açısından 2000-2001 krizi oldukça belirleyici olmuştur. Kriz, Türkiye’nin toplumsal yeniden üretiminin aynı şekilde devam edemeyeceğini göstermişti. Uluslararası sermaye ve onu ülke içindeki ittifakı (özellikle Kemal Derviş öncülüğünde) sermaye birikimi için imalat/sanayi için sermaye ve emeğin verimliliğini (toplam faktör verimliliğini) artıracak kurumsal düzenlemelere gittiler. Bu düzenlemeler aslında birim zamanda daha fazla katma değer ya da Marksist ifade ile artı-değer yaratmanın alt yapısını hazırlamaya yönelik idi. Ama ülke içi dinamikler ve seçmen eğilimleri yeni bir partiyi yani bugün artık parti-devlete dönüşen AKP’yi iktidara taşıdı. AKP ilk sekiz-on yıllık dönemde İMF, Dünya Bankası ve dolayısıyla uluslararası sermayenin desteği üzerinden güçlendi. Siyasal iktidar olarak uluslararası sermayenin ve seçmen desteğine rağmen üretimin sektörel dönüşümü (tüketim mallarından üretim mallarına geçiş), sermaye (makinelerin) ve emeğin verimliliğini artıramadı. Daha doğru ifade ile bazı sektörlerde kısmi olarak olumlu gelişmeler sağlansa bile tüm imalat sanayinin bu yönde gelişimini sağlayamamıştır. Nedenleri tartışılır/çok da tartışılması gerekiyor ama AKP iktidarı bu konuda inanılmaz başarısız oldu. Sermaye birikimi ve devletin finansal kaynağı için daha yoğun emek kullanımı ile konumuz olan doğanın hemen hemen acımasız bir şekilde işleyişe dahil edilmesi sorunuz, konumuz açısından çok özel bir öneme sahip. Siyasi iktidar için kaynak yaratmanın temel referanslarından biri emek-gücü iken ve emek üzerinde tüm baskı-ideolojik aygıt ile denetimi sağlarken, emeğin nitelik kazanması yönünde de (şu sıklıkla işaret edilen beşeri sermayenin gelişimi) başarısız olmuştur. Bu alanda başarısızlıkların sonucu olan kaynak yetersizliğini sorunun aşmak için yürütmeyi güçlendirme, hatta başkanlık sistemi ile merkezileştirme önemli manevra alanı sağlamıştır. Siyasi iktidar ne için? Kaynak yaratmak üzere doğayı sürecin içine çekmek için. Acele kamulaştırma, üstün kamu yararı, kamu-özel iş birliği gibi yeni düzeneklerle meraları, kamu arazilerini, yer altı, yer üstü su kaynaklarını, kıyıları, afet yasası ile kent içindeki özel mülkiyetleri dahi birikim sürecine içine çekilmiştir. Doğa yeraltı ve yerüstü kaynakları ile siyasi iktidarın öteleme mekanizmaları için en temel manevra alanına dönüştürüldü.

Prof. Dr. Fuat Ercan ile söyleşi: Kovid-19 Salgını Yeşil/Ekoloji ile Anti-Kapitalist Düşünce ve Eylemlilikler Arasındaki Açının Kapanmasını Sağlamıştır

Salgının açığa çıkmasını önceleyen dönemde siyasi iktidar bu öteleme mekanizmalarının da sınırlarına ulaşmış idi. Toplumun yeniden üretimi artık bir kriz değil, biriken krizler ötelendiği için çürüme aşamasına gelmiş idi. Tam da açmazlarla her birimiz baş etmeye çalışırken Covid-19 salgını bir anda olağanüstü bir dönemi olarak kapımızı çaldı. Yaşamımızın, yaşamların devamlılığı gündemin temel konusu haline geldi.

Olağanüstü her birimizi can havli ve tedirginlikle evlere kapattı ama aynı zamanda üretim, tüketim, finans, ihracat ve ithalat gibi birikim ve kamu açısından var olan problemleri çığ gibi büyümesine neden oldu. Daha da olacağa benziyor. İşte tam da salgının en yoğun tedirginlik yarattı bu günlerde İstanbul’a Su Yolu Projesi için ihale toplantısı maskeli insanlarca imzalandı. Salgın süreci sonrasının normalinin işareti de bu oldu. Kamu açığını kapatmak, dış açığı kapatmak, kitleler için de az olsa yeni gelir döngüleri yaratmak için doğa yeniden öteleme için önemli bir manevra alanı olacağa benziyor.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Türkiye gerçeğinde doğanın tahribatının artacağına yönelik bir sevimsiz bir öngörüm oldu. Bu öngörü aynı zamanda olağanüstü dönem ve diğer ulus-devletlerin daha içe kapanmasına da bağlı olarak siyasi iktidarın manevra yeteneğini artıracağa benziyor.

Ama diğer yandan yakın zaman içinde tüm toplum açısından gözlemlenecek olan artan işsizlik (IMF son Raporu’nda %5’lik bir daralma önerdi) tarımsal üretim de gerileme ve buna bağlı olarak gıda krizi ve en temel gıda ürünlerinde başlayan devam edecek olan fiyat artışları (pahalılık) ve Türkiye’nin aşil topuğu olan döviz biçimde sermayenin karşılanamaması siyasi iktidarın yönetmede zorlanacağı alanlar.
Geleceği tahmin etmenin zorlaştığı günümüz koşullarında yukarıdaki iki durumun ekolojik hareket için ilk elden daha fazla doğanın tahribatı ile yüzleşecek olan insanlarla bağlantı kurmanın oldukça önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bağlantılarda bu insanların karşılaştığı zorluk karşısında önce yardımlaşmadan başlayan ama zaman içinde insanların kendi kendine özgüvenini artıran el ve aklın eş zamanlı harekete geçirecek beceriler kazandıracak beraberlikleri inşa etmenin yollarını yeniden yeniden düşünülmesi/ denemesi gerekiyor.

Prof. Dr. Fuat Ercan ile söyleşi: Kovid-19 Salgını Yeşil/Ekoloji ile Anti-Kapitalist Düşünce ve Eylemlilikler Arasındaki Açının Kapanmasını Sağlamıştır

Diğer yandan ekoloji hareketi artık bu yıkım sürecini bir işleyişin ürünü olduğunu gördüğü ölçüde (gördüğünü umarak), bu işleyişi var eden bir diğer hızla tahrip edilen ücretliler emekçi kesimlerle (mavisi ile beyazı ile, evde kalıp çalışanı ile dışarıda çalışmakta zorunda olanı ile) ve bu kesimlerin örgütlü yapıları ile olası dayanışma/beraberliklerin yol ve yöntemlerini araştırması gerekiyor.

Tabii ki aynı şekilde ücretliler ve onların örgütleri de doğanın sermaye birikim sürecine çekilmesinde (bu ifade özellikle önemli doğa emek-gücünün katkısı olmadan metalaşamaz) kendi emeklerinin kullanıldığını ve dahası doğanın/yaşam ortamının tahrip edilmesi gıda krizine yol açacağını görmesi gerekiyor. Gıda krizinin diğer boyutu ise temel ihtiyaçlarının/gıdalarının fiyatlarının yükselmesine bağlı olarak her geçen gün yaşam kalitelerinin düştüğünü görmeleri gerekiyor. Burada detaylandıramayacağım bir dizi diğer nedenden dolayı emek-işçi sınıfı mücadelesi ekolojik mücadeleden ayrı düşünülemez. Hiç kuşkusuz kendine özgü alanlarda süren bu iki var kalma mücadelesi belirli zaman ve konjonktürde birlikte hareket edebilir olması gerekiyor. Yani her iki topluluğun işleyişi kendi içlerinde farklı olsa bile acılarının kaynağı bu ulus-devlet destekli imalata dayalı sermaye birikim süreci olduğunu görmesi gerekiyor. Biz ulus-devlet destekli imalata dayalı sermaye birikim süreci diyoruz sermaye ve devlet buna kamu özel iş birliği diyor.
Bu iş birliğinin aynı zamanda erkek egemen bir işleyiş olduğunu biliyoruz. Evde görünmez (biyolojik yeniden üretim, çocuk ve yaşlı, hasta bakım emeği) işyerinde karşılığı ödenmemiş emek zamanı ile işleyişin çifte olumsuzluğu (baskı ve sömürü) ile karşılaşan kadınlar işleyişin en fazla öğüttüğü kesim. Ekolojik krizin derinleşmesi kadınların bu çifte mekanizmaya daha fazla maruz kalmalarına neden olacaktır. İşleyiş-oluş hali de zaman içinde kadınların ev ve işyerinde esnek ama zora dayalı farklılaşan mekanizmaları harekete geçiriyor. Ekolojik kriz kadın beraberliği ve özgürleşmesinden ayrı düşünülemez.

Erkek egemen ulus-devlet destekli imalata dayalı sermaye birikim sürecinin açığa çıkardığı yeşil, mor ve kızıl öfkelerin hiyerarşik bir işleyişe girmeden açığa çıkan sorunlar karşısında esnek çapraz dayanışma ağları/beraberlikleri inşa etmeleri gerekiyor. Yatay ve dikey beraberlik, örgütlenmeler ancak beraberliklerin kendi içinde oluştuğu/olgunlaştığı bir zaman süreci içinde tartışılmalıdır, yani yatay ve dikey beraberlikler/örgütlenmeler birbirini dışlayan oluşumlar değil, beraber olma becerisi özgüveni kazanma sürecinde açığa çıkacak olanaklar üzerinden düşünülmesi gereken bir konudur. Temel öncelik yıkım neden olan işleyişe karşı beraber olma becerilerinin yeniden yeniden denenerek güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Sorunun ilk kısmına cevap vermek zor. Altmış yaşına yaklaşan ve bunun 30 yılını sosyal bilimci-akademisyen olarak yaşayan biriyim. Yeşil/ekoloji hareketle ilişkim de hep bu sosyal bilimci olan yanımla ilişkili oldu. Ama ilk elden kendi deneyimden başlayayım. Sarı çam ormanları ve kardelenleri ile doğa harikası bir yerde doğdum. Doğa ile olan ilişkimin kaynağı doğduğum yerler olabileceğini (sizin sorunuz sayenizde) düşündüm. İlk yeşil müdahale gözlemim (bugün ki bakışımla söylüyorum) babamla ilişkili bir hatıramda canlandı. Babam oldukça yumuşak ruhlu, hiçbir insanı üzmeyen bazen kızılacak kadar sessiz sakin bir insandı. Ama bir gün öfkeli bir halde kaç insana bağırıp üzerilerine yürüdüğünü gördüm. Belki de babamı gördüğüm tek öfkeli/kızgın hali idi. Babamı çevredeki insanlar teskin etmiş ve bölgemizde o zaman bayağı sayılan güç ve statüsü olan ‘baki memuru’ dediğimiz muhafaza memurunu çağırmışlardı. Sorun ise bu insanların yaş çam ağaçlarını kesmiş olmaları idi. Sonraki yıllarında bir kitapla karşılaştım; Ormanı Yedi Faşistler (1978). Yazarı ise şair/edebiyatçı Tekin Sönmez idi. Dönemin orman işletmeler müdürlüğünde etkin olan MHP’nin nasıl ormanı oy karşılığı tahrip ettiğini anlatıyordu.

Prof. Dr. Fuat Ercan ile söyleşi: Kovid-19 Salgını Yeşil/Ekoloji ile Anti-Kapitalist Düşünce ve Eylemlilikler Arasındaki Açının Kapanmasını Sağlamıştır

Yıllar geçtikten sonra belki bu doğduğum yerlerden dolayı olsa gerek üniversite de çiçeği burnumda iken, dönemin yeşil hareketinin çiçeği burnunda dergisi olan Ağaçkakan Dergisi’ne bir yazı yazdım. Bu yazıyı yazmamı izleyen süreç içinde kalkınma fetişizmi ile doğa arasında çelişkili süreci daha bir gündemime aldım. Ama ekolojik mücadele ile daha yakından ilişkimi sağlayan Dünya Su Konseyi’nin buluşmasının Türkiye’de gerçekleşme sürecinde gerçekleşti. Türkel Minibaş Hoca, Gaye Yılmaz, Selim Yılmaz ve Beyza Üstün’ün inanılmaz ısrarlı enerjileri ile sürece karşı Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu oluşturuldu. Bir ara sekseni aşan sivil ve politik yapının birlikte hareket ettiği bir platforma dönüştü. Ben de bu platforma bireysel olarak katıldım, orada sürdürülen tartışmalardan çok şey öğrendim. Doğanın yıkımına karşı çevreci değil ekolojik bir mücadelenin gerekliliğini ama bunun imalata dayalı ulus devletin desteklediği birikim sürecini hesaba katılarak yapılması üzerinde ısrarla durdum. Bu süreç Karadeniz’den Bursa’ya, Bursa’dan Dersim’e, Dersim’den Antakya’ya, Antakya’dan Bodrum’a, Bodrum’dan Hindistan’a, Hindistan’dan Venezüella ve İspanya’dan İsveç’e uzanan etkinliklere katıldım. HES’ler, Barajlar, Termik Santrallerinin olumsuzlukları / yıkımları ile karşılaşan insanlarla bir araya gelmemi sağladı. Önceleri karşılaştığımız insanlara bu kadar enerjiye niye ihtiyaç var sorusunu sorduk, enerji yatırımının istihdam yaratmadığını anlattık. Tam tersi yaşam ortamınız olan hava, su toprağı geri dönülmez bir şekilde yok ettiğini, tarım için gerekli su kaynaklarını hızla tükettiğini dilimiz/bilgimiz dahilinde anlattık. Ama zamanla yıkım süreci ile yüzleşenler kendi yaşam pratikleri ile beraber davranmaya, beraber davrandıkları ölçüde de özgüvenleri arttı. Bir aşamada artık onlar bize öğretmeye başladılar. En çok da beraber olmanın heyecanını bize anlattılar.

Kafka’nın öyküsündeki gibi makineler Türkiye’de yavaş ve sessiz çalışmıyor. Şimdi de ‘çılgın proje’ tanımlaması ile ‘mega projeler” ve dolayısıyla İstanbul’a Su Yolu Projesi hayata geçirilmek isteniyor. Bu sefer İstanbul’da yaşayan bir vatandaş ve sosyal bilimci olarak bu mega projeleri anlamaya açıklamaya aktarmaya çabasına girdim.

Prof. Dr. Fuat Ercan ile söyleşi: Kovid-19 Salgını Yeşil/Ekoloji ile Anti-Kapitalist Düşünce ve Eylemlilikler Arasındaki Açının Kapanmasını Sağlamıştır

Ve salgın başladı. Salgın biz kentte yaşayanlara ama belki de en çok bana yaşamı sürdürmeye ilişkin elimizi kolumuzun ne kadar bağlı olduğunu gösterdi. Beceriksiz, vasıfsız olduğumu gösterdi. Sadece bilme halinin yetmediğini, kendimizi yeniden vasıflı kılacak deneyimler ve beraberliklere ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Kendi adıma şimdi bu açığa çıkan ihtiyaç üzerine çalışıyorum. Doğa ile bütünleşecek beceri/vasıf kazanarak özgüvenimi artıracak süreçlere, bu süreçleri gerçekleştirecek beraberliklere yönelmek. Bakalım heyecanlı bir teyakkuz hali beni/bizleri nerelere götürecek?

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın