JES’lerin tarım alanlarına kurulduğuna dikkat çeken Salihli Çevre Derneği Başkanı Avukat Seçil Ege’ye göre Sultaniye üzümü ve Salihli kirazı tehlike altında. JES davalarındaki durumu aktaran Av. Ege’ye göre kamu yararı ilkesi yerine ‘sermayenin yararı’ gözetiliyor.
JES’ler, ülkedeki üzüm bağlarının yüzde 16’sının yer aldığı ve verimli arazilerin bulunduğu Gediz Ovası’na da kurulmak isteniyor. Manisa Salihli Çevre Derneği Başkanı Avukat Seçil Ege’ye göre, ülkenin JES’lere ihtiyacı yok. Avukat Ege, Sultaniye üzümünün sadece Alaşehir, Sarıgöl ve Salihli ilçelerinde yetiştiğini ancak JES nedeniyle tehlike altında olduğuna dikkat çekiyor.
JES’lere ihtiyaç yok
İlk olarak JES’lere karşı pek çok davadan iptal kararı çıktı ancak bunlara rağmen JES’ler kurulmaya, kuyular da açılmaya devam etti. Hukuki durumu nasıl özetlersiniz?
Çevre davalarının diğer hak mücadelelerinden, toplumsal davalardan daha farklı bir zorluğu olduğunu düşünmüyorum. Ülkenin şu anki genel yargı pratikleri bu alanda da işliyor: Yargı giderlerinin yüksekliği, taraflar için kesin ve kısa olan sürelerin dosyanın nihayetlenmesinde uzaması, kurum görüşlerinin kamusallıktan uzaklığı ve kamu yararı ilkesinin ‘sermayenin yararı’ olarak yer etmesi gibi…
Peki, gözlemlerinizle birlikte JES’lerin verdiği zarara dair ne söylemek gerek?
JES’lere ihtiyacımız olduğunu düşünmüyoruz, daha da ötesi ülkemizin enerji ihtiyacı değil, enerji üretim fazlası bulunmakta. Kaldı ki tüm Türkiye için planlanan bütün JES’lerin işletime geçmesi halinde dahi toplam enerji üretimine katkısının sadece yüzde 2 oranında olacağı biliniyor. Fakat HES’lerin, nükleer santralların, biogaz ve biokütle santrallarının kurulmasında olduğu gibi JES’lerin kurulma amacı da, ülkenin enerji ihtiyacı değil, siyasal iktidar tarafından sıklıkla bahsedildiği şekilde “bölgenin enerji devi” olma arzusu… Doğayla uyumlu bir yaşamın desteklenmesi yerine insanlığın neredeyse kendi kendini yok edecek bir kısır döngü içine sokan ihtiyaçlar yaratılarak kapitalist sistem ayakta tutulmaya çalışılıyor. Bunun karşılığı ise topraklarından, tarımdan ve halk sağlığından vazgeçmek. Bildiğiniz gibi Gediz Havzası sadece ülkemizin değil, dünyanın en verimli tarım topraklarına sahip. Gediz Havzası’nda yılın 12 ayı boyunca dönüşümlü olarak açık tarım yapılmakta ve bu topraklar “mutlak tarım arazisi” olarak tespit edilmiş durumda.
Bölgenin kendine has ve tescilli pek çok tarımsal ürünü bulunmakta; Sultaniye üzümü ve Salihli kirazı gibi. Sultaniye üzümü, toprak ve iklim koşullarının bu bölgedeki muhteşem ahengi ile sadece Alaşehir, Sarıgöl ve Salihli ilçelerinde yetişmekte ve dünya üretiminde 1. sırada bulunmakta. Ege Sultani üzümü ve Salihli kirazı, ülkenin tarım ihracında en büyük paya sahip ürünler. Dolayısıyla bölgede tarıma dayalı sanayi bölgeleri, tarım işletmeleri ve organik tarım işletmeleri de yoğunlaşmış durumda. Sultaniye üzümü ve Salihli kirazı’nın tehlike altında olduğunu söyleyebiliriz.
Yapımından vazgeçilmeli
Son olarak hâlihazırda bölgede pek çok santral faaliyette… Yenileri de kurulmaya çalışılıyor. Siz bu ısrarı neye bağlıyorsunuz? Talepleriniz neler?
Çok açık bir şekilde bu santralların yapımından vazgeçilmesini ve var olanların kapatılmasını talep ediyoruz. Tüm dünyada ve ülkemizde termik santrallardan, nükleer santrallardan, fosil yakıtlardan vazgeçilmesini, bu düzenin değişmesini istiyor ve bunun için mücadele ediyoruz.
Üreticiler yoksullaştırılıyor
SOL Parti Başkanlar Kurulu üyesi İlknur Başer, JES’lere karşı direnişin meşru olduğunu vurguluyor. Başer, “Yaşamı zehir edilen hep üretici emekçi halk olmakta” diyor
Üzüm ve zeytin üretimiyle öne çıkan Ege Bölgesi jeotermal santralların kuşatması altında. Çiftçilerin kurulan santrallarla topraktan uzaklaştırıldığını belirten SOL Parti Başkanlar Kurulu üyesi İlknur Başer, “Kurulması planlanan JES’lerle doğa yıkımı hat safhaya ulaşmış, birinci sınıf tarım arazileri oluşan kirlilikle yok edilmeye başlanmıştır. Ödediği vergileri şirketlere aktarılan, yaşamı zehir edilen hep üretici emekçi halk olmaktadır” dedi.
* Sistem tüketimi kışkırtıyor: Neoliberal kapitalist sistem sürekli üretim yapmakta, şirketler ürettiklerini pazarlamak için tüketimi her türlü aracı kullanarak kışkırtmakta, kâr marjlarını yükseltmektedir. Üretim çeşitlendirilerek ve yenilenerek sürdürülmektedir ki topluma tüketerek mutlu olma aşıları yapılmakta, yoksulları bile borçlandırarak tükettirmeye çalışan bir sistem kendini yeniden üreterek inşa edilmektedir. Oysa bu üretim için dönen çarklar; emek doğa sömürüsü ve katliamı üzerinden dönmektedir. Büyüklüğüne göre değişmekle birlikte bir HES’in ürettiği enerji bir AVM’nin enerji ihtiyacını karşılamakta. Bir AVM için nehirler, ormanlar gözden çıkarılıyorsa, pandemide parklara gitmek yasakken AVM’lerin neden serbest olduğunun açıklaması burada yatmaktadır.
* Şirketlere teşvik halka yoksulluk: Enerji üretimindeki fazlalığa rağmen yeni JES, HES projeleri hazırlanmaktadır. Özelleştirmelerle piyasalaştırılan hizmetlerin başında gelen enerji yatırımları için şirketlere verilen teşvikler, vergi indirimleri halkın cebinden çıkmaktadır. Ama öbür taraftan Ege Bölgesi’nde kurulmuş olan, kurulması planlanan JES’lerle doğa yıkımı hat safhaya ulaşmış, birinci sınıf tarım arazileri oluşan kirlilikle yok edilmeye başlanmıştır. Bu halkın yaşamını tehdit etmekte ve topraktan koparırken işsizleştirmekte ve yoksullaştırmaktadır.
* Kirlilik gözle görülür seviyede: Santralların tarıma, çevreye ve insan sağlığına verdiği zararlar konusunda birçok istatistiki veriye ve bilimsel çalışmaya rastlamak mümkün. Bu verilerin çoğu TMMOB’nin Aydın’da gerçekleştirdiği Büyük Menderes Havzası’nda JES Gerçeği Çalıştayı’nda ortaya konuldu. Konu dışı gibi görülebilir ama ülkeyi yöneten Saray rejiminin bu tür bilimsel çalışmaları ortaya koyup gerçekleri açığa çıkaran TMMOB’ye, seçim sistemi üzerinden müdahale etmeye çalışmasının nedenlerinden biri de budur. Bilimsel verilerin dışında bu zarar Aydın’ın Germencik ilçesi Alangüllü köyü, Manisa Alaşehir, Denizli Sarayköy’e gidince bizzat görülüyor. Köy kahvelerinde, evlerde yaşayan halkla sohbet etmek, havayı soluyup, nehirleri görmek bu santralların yarattığı tahribatı, doğa yıkımını tüm çıplaklığıyla gözünüze sokuyor. Kadim zeytin ağaçlarının, incir ağaçlarının JES nedeniyle kuruduğuna tanıklık ediyorsunuz.
* JES’lere karşı direniş meşrudur: 9 Haziran 2018’de JES cehennemi haline getirilen Germencik’te yaptığımız miting öncesi Aydın’da 50’ye yakın köyü, dört ilçeyi, semt pazarlarını, esnafı dolaşıp kahvelerde, köy meydanlarında toplantılar gerçekleştirdik. Bazı yerlerde halkta benzer tepki ve çaresizlik vardı. ‘Geç kaldık. Biz bilemedik. Şirkete arazi satıp yöreyi terk edenleri suçlayarak, yapacak bir şey kalmadı’ çaresizliğiydi bu. Ancak bugün Kızılcaköy’de, Yılmazköy’de, Değirmendere’de, Salihli Hacıbektaşlı’da, Denizli Sarayköy’de, Didim’de, Fethiye Ölüdeniz’de, İzmir’de, Tire Başköy’de halk dava açarak, ÇED sürecine dâhil olarak, çadırlarda nöbet tutup direnerek her zaman yapılacak bir şey olduğunu göstererek tarih yazıyor. Bölgeye asla yeni JES yapılmamalıdır. Mevcut JES’ler de bu haliyle devam edemez. Bağımsız meslek odaları, bilim insanlarının çalışmaları, her türlü zararı bilerek, görerek yaşayan halkın talepleri dikkate alınmalıdır. Bugün JES’lere karşı yürütülecek direniş meşrudur. Direnişlerin halklaşması, diğer mücadelelerle bütünleşerek siyasallaşması önemlidir.
Ölürüz de bağımızı jeotermale yedirmeyiz
Manisa Sarıgöl Ziraat Odası Başkanı Ali İhsan Ülgen’e göre jeotermalden çıkan zehirli gaz, üzüm bağlarını kurutuyor. Ülgen, “Sarıgöl Ziraat Odası olarak jeotermali Sarıgöl’de üzüm bağlarımıza sokmadık” diyor ve ekliyor: “Bunun nedeni komşu ilçemiz Alaşehir’de mevcut olan JES’lerin bulunduğu bölgede inceleme yaptık ve o bölgede jeotermalden çıkan zehirli gazın üzüm bağlarını kuruttuğunu gördük. Sarıgöl Ziraat Odası olarak gece gündüz Sarıgöl’ümüze jeotermali nasıl sokmayız diye düşündük. İlçemize Manisa Çevre İl Müdürlüğü tarafından verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararına itiraz ettik. Davalarımızı kazandık. Biz Sarıgöl olarak tüm dünya devletlerine üzüm ihracatı yapan bir ilçeyiz. Tek geçim kaynağımız bağcılık, birkaç firma sahibi zengin olacak diye, 36 bin nüfuslu Sarıgöl’ü, çiftçimizi ekmeğinden edemeyiz.”
JES demek ölüm demek
Ülgen, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Jeotermal temiz enerji falan değil. Jeotermal demek ölüm demek. Yenilenebilir enerji değil; çevreyi, doğayı ve toprağımızı içinden çıkan radon, arsenik, bor, kükürt oksit gibi zehirli gazlarla geleceğimizi zehirliyor. JES’ler zengine rant sağlamaktan başka bir şey değil. Ölürüz de üzüm bağlarımızı jeotermale yedirmeyiz.”
Mücadele edenler anlatıyor: Tarımın önemi salgında anlaşıldı
Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Hicri Nalbant: Çanakkale’de çok sayıda kömürlü termik santral kurma çalışmaları yıllardır devam ediyor. Biz de yıllardır bunlara karşı mücadele ediyoruz. Yenilenebilir enerji kaynaklarının yanlış yerlere kurulmaması şartıyla destek verebileceğimizi söyledik. Bu bölgede JES’ler için yüksek ısılı kaynak yok. Tuzla köyünün hemen bitişiğine tarım arazisinin tam ortasına JES kurulmuş. Bir de bu toprak öyle verimlidir ki, açık alanda yılda 3 farklı ürün alınır. Şirketler para kazanamayan köylülerden zeytinlikleri değerinin biraz üzerine alıyorlar ve zeytin ağaçlarını kesiyorlar.
Salgın sürecinde insanlar ilk olarak marketlerin gıda reyonlarına koştular. Tarımın önemi bu dönemde daha fazla anlaşıldı. Şirket yetkilileri yer altı suyuna bir şey yapmadıklarını söylüyorlar ancak sondaj çalışmalarında 500 metre yerin altına giriyorlar. Sondaj sırasında da kullandıkları malzemelerin tamamı kimyasal olduğu için hayvan ve insan yaşamına da son derece zarar veriyor. Bu şirketler işleri istediği gibi olmayınca, zarar etmeye başladığında, santralleri olduğu gibi bırakıp giderler. Geride de yok edilmiş tarım arazileri kalır. Bundan 10 yıl önce biz enerjide tasarruf sağlasak, önümüzdeki 20 yıl boyunca enerjiye yatırım yapmasak yine de bu enerjiler bize yeter deniyordu. O günden bugüne Türkiye’nin birçok yerine termik santrallar, HES’ler, RES’ler ve JES’ler kuruldu.
Kamulaştırma tehdidi var
Çanakkale Ayvacık Gülpınar Sürdürülebilir Yaşam Derneği Genel Sekreteri Selma Kambur: Bizim bölgemizde ise Babadere 1, Babadere 2 ve Transmark olmak üzere toplam 3 tane JES var. Transmark henüz faaliyete geçmedi. Bu şirketler ‘ÇED gerekli değildir’ raporu aldı biz de bu karara itiraz ettik ve karşı dava açtık. Ancak karar çıkmadan yürütmeyi durdurma verilmediği için şirketler burada faaliyetlerine devam ediyor.
Aydın ve Manisa’da JES’lerin yaşam alanlarına verdiği zararları hepimiz görüyoruz. Burada JES’ler tarım arazilerinin ve zeytin alanlarının ortasına kurulmuş durumda. Buradaki tarım arazileri ciddi şekilde zarar gördü ve organik tarım yapılamaz hale geldi. Normalde büyük ova olan yerlere kanunen enerji tesisi kurmak yasak. Ancak bu kanunu o kadar çok genelge yayımlayarak delmişler ki, Tuzla Büyük Ovası’na da yayımlanan genelgeye göre enerji tesisi kurdular. Bu JES’ler açtıkları kuyulardan suları borular aracılığıyla geçiriyorlar. Bu borulara yer açmak için de çok sayıda zeytin ağacını kestiler. Bu bölge aynı zamanda Ezine peynirinin en yoğun şekilde üretiminin yapıldığı yer ve küçükbaş hayvancılık yapılıyor. Bunun sonucunda da Ezine peynirinin üretimi de zarar görüyor. Köylülere de toprakları satma konusunda baskı yapılıyor. Köylülere arazilerinizi satın yoksa kamulaştırılacak, yok pahasına gidecek diyorlar. Köylüler de biraz direnmeye çalışıyor ama son adımda baskıya dayanamayarak arazilerini satmak zorunda kalıyorlar.
Kaynak: Birgün