Dr. Kadir Dadan ile Söyleşi; “Var mısınız sınırlamaya? Artanını paylaşmaya? Yeşil bir düşünce etrafında ortaklaştırmaya?”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşilerimiz Dr. Kadir Dadan ile devam ediyor;

Dr. Kadir Dadan göndermiş olduğumuz sorulara tek bir metin halinde bütün olarak yanıt vermeyi tercih etti. Kısa fakat oldukça yoğun ve zengin bir metin bu. Ne var ki, Kovid 19 sonrası yeşil hareket için ürkütücü ve karamsar saptamaları da içeren bir metin aynı zamanda. Öyle anlaşılıyor ki, sadece yeşil/ekoloji hareketi için değil acil olarak bütün değerlerimizi köklü bir şekilde yeniden değerlendirmek zorunda kalacağız. Yeşil harekete yıllarını vermiş bir insanın kaygılarını ve uyarılarını okuyoruz. Evet, karamsar bir tablo var ama bir “hiza” çalışması da var.. Ümitsiz olamaya gerek yok diyen…

“Artık krizler döneminin bittiğini, gerçek bir kaos döneminin bizleri beklediğini görmemiz gerekir!”

“Sertleşecek siyasal ortamda yeşil politikaya yer bulmak son derece güç!”

“İkinci dünya savaşından sonra BM çerçevesinde kurulan insan hakları evrensel bildirgesini referans gösteren küresel düzenin çökmekte olduğunu, ancak yerine ne geleceğinin belirsiz olduğunu, dolayısıyla artık krizler döneminin bittiğini, gerçek bir kaos döneminin bizleri beklediğini görmemiz gerekir. Bölgesel savaşlar olacağı kesin, belki küresel bile olabilir. Üç kıtanın ortasında yer alan bir ülke olarak bu savaşlardan payımıza düşeni fazlasıyla alacağız.”

“Hem küresel ölçekte gerileyen, hem de ulusal ölçekte yeterince kurumsallaşamayan yeşil politik tartışmalar, sosyal medya ve cep telefonunun kullanımının yaygınlaşması ile ülkemizde kitlesel ancak yüzeysel bir hareketin oluşmasına yol açtılar. Ne için mücadele ettiğini bilen, ancak neden, nasıl ve kiminle mücadele etmesi gerektiğini bilmeyen bir kitle ortaya çıktı. Sonuç olarak yeşil hareketin gerek küresel ölçekte, gerekse ulusal ölçekte toplumsallaştığını ancak yeterince siyasallaşamadığını söyleyebiliriz”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 16 Ekim 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

KORONAVİRÜS SALGINI SONRASI YEŞİL HAREKET

Yeşil Direniş gazetesinin salgın sonrası ekoloji hareketini değerlendirmeye ilişkin röportaj önerisine yanıt olarak kaleme alınmıştır. Ekoloji değil de yeşil hareket ifadesinin kullanılmasının nedeni metnin sonundadır. 

İlk kez bir metropolde ortaya çıkan ve havayolu ulaşımı yoluyla kısa sürede tüm dünyaya yayılan virüs salgını, küresel çapta derin bir ekonomik kaosun fitilini ateşledi. Bu iki özellik yani metropolde ortaya çıkma ve yaygın havayolu kullanımı, teorisinin ortaya çıktığından beri yeşil hareketin sürekli vurguladığı son 150 yıldır insanların üretim ve tüketim biçimlerinin seyrine ilişkin eleştirileri haklı çıkardı. Bu eleştiriler, yerkürenin soğurma kapasitesini umursamayan, sermaye birikimine dayalı, sanayileşme, kentleşme ve modernleşme yoluyla daha fazla niceliksel ve niteliksel üretim, dünya çapında sınırsız mal ve işgücü hareketi sonunda gereksinimi aşan kışkırtılmış tüketim şeklinde kısaca özetlenebilir.

Rudolf Bahro, Ivan Illich, Ernst Friedrich Schumacher ve Murray Bookchin gibi filozofların düşünsel temelini attığı küresel yeşil hareket ne yazık ki siyasallaştıkça radikalliğini yitirdi. Yeni yeşil düzen gibi popülist ekonomik politikalarla, etnik ve cinsel kimlik politikalarına yönelerek büyük ölçüde kentli elitin talepleri ile sınırlı bir sürece girdi. Sosyalistlerin katılımı ile ekososyalist kimliğe bürünen politik tartışmalara yeşil cenahtan yeterince yanıt gelmemesi, hem yeşillerin, hem de sosyalistlerin potansiyel ilerleyişine ket vurdu.

Ülkemizde de Yusuf Savaş Emek’in çıkardığı Ağaçkakan dergisi ile başlayan yeşil politik tartışmalar, eylem ağırlıklı Türkiye yeşil hareketinde ne yazık ki hak ettiği karşılığı bulamadı. Avrupalı yeşil parti yöneticilerinin Türkiye’ye ilişkin AB dayatmalı baskın söylem ve kasıtlı yerel ortak tercihleri de, tartışma zemininin sürekli patinaj yapmasına neden oldu. Ekolojik yıkımın şiddetlenmesine paralel ülkenin her yerinde ortaya çıkan mücadelelerde söylem derinliği sağlanmadan eyleme geçmenin bir gelenek halini alması, toplumsal ve siyasal mücadeleden ziyade hukuk mücadelesinin ön planda olması, her yeni gelenin hareketi kendisi ile başlattığı bir sürece girilmesine yol açtı.

Bütün bu süreç içerisinde biz de gerek Türkiye Yeşilleri Koordinasyon Grubu(2004-2007) gerek Yeşil ve Sol Çalışma Grubu(2008-2017) ve gerekse Birleşik Yeşil Hareket(2018-2020) içerisinde, teori ve pratiğe yönelik bir çok çalışma gerçekleştirdik. Başta Ender Eren olmak üzere Ahmet Soysal, Gediz Akdeniz, Türksen Başer Kafaoğlu, Hasan Şen, Timur Danış, Arca Atay ve birçok kişi bu çalışmalara teorik ve pratik katkı sundular. Fevzi Özlüer’in dahil olduğu Ekoloji Kolektifinin Kolektif Dergisi, ekososyalist çerçevede tartışmaların gelişimine katkı sağladı. Türkiye Yeşilleri Koordinasyon Grubu içerisinde birlikte hareket ettiğimiz Ümit Şahin’in editörlüğündeki Üç Ekoloji dergisi de sınırlı bir okuyucu grubuna erişebildi.

Dolayısıyla hem küresel ölçekte gerileyen, hem de ulusal ölçekte yeterince kurumsallaşamayan yeşil politik tartışmalar, sosyal medya ve cep telefonunun kullanımının yaygınlaşması ile ülkemizde kitlesel ancak yüzeysel bir hareketin oluşmasına yol açtılar. Ne için mücadele ettiğini bilen, ancak neden, nasıl ve kiminle mücadele etmesi gerektiğini bilmeyen bir kitle ortaya çıktı. Sonuç olarak yeşil hareketin gerek küresel ölçekte, gerekse ulusal ölçekte toplumsallaştığını ancak yeterince siyasallaşamadığını söyleyebiliriz. Keza tüm popülistliğine rağmen Avrupa Yeşilleri iktidar ortaklıklarından uzaklaştığı gibi ülkemizde ikincisi ve yakın zamanda üçüncüsü kurulan yeşil partilerin durumu da bu görüşü kanıtlar niteliktedir.

Bir araya gelişleri zorlaştıran küresel salgın süresince politik tartışmaların kalabalıklarla yapılamayacağını düşündüğümüzde yeşil hareketin siyasallaşma zafiyetinin artacağını öngörmek zor olmaz. Dolayısıyla yüzeysel bir politik düzeyde kitleselleşmiş olan yeşil harekete ait bireylerin, belirli bir derinliğe doğru ilerleyebilmesi için hem küresel hem de ulusal ölçekte ortaya konmuş düşüncelere erişmesi ve mücadelesini bu düşüncelerle harmanlayarak daha derinlikli olarak yürütmesi gerekir.

Öncelikle sanayileşme nedir, kime ne faydası vardır, kime ne zararı vardır, bir zorunluluk mudur, doğanın ve emeğin sömürüsü müdür yoksa düzenlemesi midir, özgürlüğün güvencesi midir yoksa gaspı mıdır, barışa ve demokrasiye katkısı nedir, zararı nedir, başka nasıl üretim biçimleri kurabiliriz, rekabetçi olmak zorunda mıyız, kamu ve devlet sanayileşmenin neresinde, sadece yenilenebilir enerji ile var olacak sanayi nedir, her şeyi makineler yapacaksa buna yenilenebilir enerji yeter mi gibi soruların “ekolojik” bir yanıtı var mı?

Sonra kentleşmeye gelelim. 15 milyonluk ekolojik bir kent olur mu diye soralım. Bırakın iktidarı muhalefetin yönetimindeki kentlerin çevreci mi, yeşil mi, ekolojik mi olduğunu sorgulayalım. Doğu ve Güneydoğu’da yer alan kentlerdeki demokratik ekolojik toplum paradigması iddiasının somut yansımalarını sorgulayalım. Kentlerin yaşanmaz olduğunu salgın kanıtladı da, kıra nasıl dönelim? Bireysel mi, toplumsal bir dönüş mü? Toplumsal olmayan bir ekoloji düşüncesinin kentte ya da kırda yaşama şansı var mı? Kentte kalanlar, kalmak zorunda olanlar ne yapacak?

Daha sonra modernleşmeye bakalım. Bu kadar yıl eğitim, bu kadar verilen bilgi, bunca konferans, bunca kitap, bunca uzmanlık, bunca profesör, bunca üniversite, üretilen bunca kurallar, bunca hukuk, desteklenen bunca ibadethane, bunca öğreti ve dahi evrensel bildiri insan olmaya yetiyor mu? İnsanlık nedir? Vicdan, onur, sevgi bu insanlığın neresindedir? Ekoloji insanlığın neresindedir?  

Ve gelelim sermaye ve mülkiyete. Her insanın ömrünü geçireceği bir yaşam alanına gereksinimi vardır. Peki bu ihtiyaç duyulan yaşam alanından fazlası ne olmalı? Biriken nedir? Sermaye mi, eşitsizlik mi? Bir insanın kaç eve gereksinimi olabilir? Bir çiftçinin kaç dönüm toprağa? Bir kişinin ne büyüklükte bir mülkiyete? Mülkiyeti olmayanın yaşamaya hakkı yok mu? Gereksinimin dışında kalan mülkiyet insanlığın kalanından gasp edilmiş bir alan değil de nedir? Var mısınız sınırlamaya? Artanını paylaşmaya? Yeşil bir düşünce etrafında ortaklaştırmaya?

Son olarak, salgının kolaylaştırıcılığında, ikinci dünya savaşından sonra BM çerçevesinde kurulan insan hakları evrensel bildirgesini referans gösteren küresel düzenin çökmekte olduğunu, ancak yerine ne geleceğinin belirsiz olduğunu, dolayısıyla artık krizler döneminin bittiğini, gerçek bir kaos döneminin bizleri beklediğini görmemiz gerekir. Bölgesel savaşlar olacağı kesin, belki küresel bile olabilir. Üç kıtanın ortasında yer alan bir ülke olarak bu savaşlardan payımıza düşeni fazlasıyla alacağız.

Sertleşecek siyasal ortamda yeşil politikaya yer bulmak son derece güç. Ancak yukarıda sıraladığım sorgulamalar çerçevesinde kişilerin içinde yaşadıkları sistemle bağlarını gözden geçirmeleri ve neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceklerine ilişkin belirli bir bilinçle hareket etmeleri en doğru yaklaşım olacaktır. Hep savunageldiğim üzere, yeşil politika tabanda var olan politikadır, tabanda yapılmalıdır.

Bu ülkenin cumhurbaşkanı “ben çevrecinin daniskasıyım” demişti. Yeşil hareketin siyasallaşmasının kilidi, kimin çevreci, kimin yeşil, kimin ekolojist, kiminse sosyalist olduğundadır. Kendinin yeşil olduğunun farkına varamayan ya da kendine yeşil diyemeyenlerin oluşturdukları mücadeleler, diğer siyasi yapıların içerisinde kalmaya ve o siyasi yapıların öncelik ve tercihlerinin içinde erimeğe mahkûmdur. Ben bir yeşilim, yeşil ve sol diye tanımladığım bir düşünceye sahibim ve yeşil hareket için çalışmaya, üretmeye devam edeceğim.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın