Ekoloji hareketinin yükselişe geçtiği 2010lu yılların bir görsel belleği oluştuysa bunda çektiği belgesellerle Hakan Tosun’un önemli katkıları olduğunu biliyoruz. Kendisini video-aktivist olarak tanımlıyor ve fakat aşağıdaki dikkat çekici yazıda belki de aktivistliği kadar değerli olan bilmediğimiz bir yönünü yaşadığı sıra dışı bir deneyimin eşliğinde keşfediyoruz. “Ateşlerin ve dumanların arasında” kendisi ile karşı karşıya kaldığını ve bir şeyin özünü aniden anlama ve bulma duygusunun (epifani) getirdiği bir coşkunlukla -Arşimet’in Euroka’sını hatırlayın- aşağıdaki metni kaleme alıyor. Bu aydınlanma halinin içeriğini dile getirirken kendisinin görsel imgeler kadar sözcüklerle de büyülenebildiğine tanık oluyoruz. Sadece kamera değil Hakan’ın elinde artık kalem de var!
(Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi, 8 Aralık 2021)
“İstanbul’a döndüğümde montaj için görüntüleri tararken karşılaştım kendimle. Muğla’ya gidişimizin ikinci gününde Kalem mevkisinde sunum yaparken gördüm ve şaşırdım. Sanki aradan onlarca yıl geçmişte arşivi tararken tesadüfen eski anılarla karşılaşmışım gibi bir histi. Oysa aradan sadece 4 gün geçmişti. Başka bir boyutta yaşayan benmişim gibi geldi, ya da bir rüya hali gibi. Uyuyorsun ve uykuda yaşadıkların uyandığında bir anda siliniveriyor zihninden. Hatırlamaya çalışıyorsun silik birkaç görüntü dışında bir şey görmüyorsun. Oysa ateşlerin ve dumanların arasında hayatlarını tehlikeye atarak tek bir ağacı kurtarmak için canla başla çalışan insanlar gerçekti. O görüntüleri çeken, eve döndüğünde izleyen ve bu yazıyı yazan ben de öyle. İyi ki video var, iyi ki fotoğraf var, tekrar hatırlamak ve hatırlatmak için.”
“Muğla yangınından döndüğümüzde yaptığımız değerlendirmede bu tür doğal afetler için (yangın, deprem, sel baskını vb.) profesyonel yerel ekipler kurulması ve eğitim çalışmalarına başlanması gibi sonuçlar ortaya çıktı. Ekoloji hareketinden bir grup arkadaşımız yangın söndürme teori ve pratik dersleri aldı, EkoAfet Müdahale – Eğitim grubu kuruldu ve 2021 yazında çıkan son yangınlar Dersim dağlarındaydı, ‘Dersim İçin Yollardayız’ diyerek bir araya gelerek yollara düştük. Bir diğer sonuç ise bu deneyimleri kayıt altına almanın bu dönemin hafızasını oluşturmanın önemiydi.”
Hakan Tosun’un kaleme aldığı “Ateşlerin ve dumanların arasında 5 Gün” başlıklı metnin tamamı:
Çocukluk anılarımdan ateş yakmayı sevdiğimi hatırlıyorum. Yüzümde hala izleri durur. Zift dolu bir tenekeyi ateşe verip üstüne büyük bir kaya parçası atmıştım sıçrayan ziftler yüzüme yapışmış ve çıkarırken de iz bırakmıştı. İz bırakmak.. ne kadar da çok anlamı var. Yüzümde kalan o izlerin ruhumdaki karşılığı neydi acaba hiç düşündüm mü? Taşı attığımda yüzüme doğru gelen siyah ateş parçalarının tenime dokunduğu anda duyduğum acı veren sıcaklık ruhumda nasıl bir etki bırakmıştır acaba? Acı mı, korku mu, suçluluk duygusu mu, nefret mi, yoksa tecrübe mi ?
Çocukluğumun geçtiği İstanbul Sultangazi’deki evimizin arka bahçe tarafı askeri alana bakıyordu. Tel örgüleri geçip o sonsuzmuş gibi görünen boş alana girerdik mahalledeki yaşıtlarımla. Dağların arasında kalan küçük vadinin ortasında küçük bir de deresi vardı. O alanda geçirdiğimiz zamanlarda ki oyunlarımızdan biri de dereden kurbağa toplamaktı. Küçük kurbağalar ama, kurbişler. Herkesin sevdiği bir hayvan vardır ya ve o sevgi çocukluktan başlar genellikle, benim seçimim de kurbağalar olmuştu. Bilmem belki de karşıma çıkan ilk onlar olmuştu. Bahsettiğim yaşlar 5’le 9 yaş arası bir zaman arası. Evlerimizden getirdiğimiz ya da çöplerden bulduğumuz boş konserve kutularına su doldurup küçük kurbağaları içine koyup evimizin bahçesinin kuytu bir köşesinde saklardık. Sabah büyük bir heyecanla kalkıp yanlarına gittiğimde kutuların içinin boş olduğunu görürdüm. Nasıl olup da kutulardan çıktıklarına anlam veremezdim. Dağlar tepeler, dereler dipsiz kuyular, çalılıklar bizim için merak uyandıran gizemli yerlerdi. Günümüzün tamamına yakınını o alanda geçirdiğimiz için üşüdüğümüz zamanlar ya da zevk için bulduğumuz kuru dal parçalarından ateşler yakardık. Kurumuş çalıları tutuşturmak, o esnada çıkan çıtırtıları dinlemek ve ateşi izlemek hoşuma giderdi. O zamanlardan kalmış aklımda ateşin de bir sesinin olduğu.
2009 yılıydı hiç unutmam çünkü benim için milattır. Kameramı alıp yolculuğa çıktığım yıldır. Arkamda bir hayat bırakıp yeni bir hayatın peşine düştüğüm zamandır. Yerli tohumları korumak ve devamını sağlamak için evinin çatısına bahçe kuran bir adamın hikayesiydi ilk belgeselim. Çekimler bittiğinde Erol abinin bana verdiği gerçek tohumları alıp Antalya Olimpos’da yaşayan arkadaşlarıma götürmüştüm. Misafir tohumlar demiştik adına. Nerede bir toprak parçası varsa oraya tohumlar ekilmeli ve yaygınlaştırılmalı diye düşünmüştük. Bir tohumdan bir ağaca ve koca bir ormana dönüşen bir hayat söz konusuydu ve Erol abi o tohumların emanetçileri olarak görüyordu bizleri.
O köyde başlayan yolculuğum ara vermeden devam etti. Birçok ekoloji mücadelesini belgeledim geçen yıllar içinde. Hes’ lerden termik santrallere, taş ocaklarından, altın madenlerine, termik santrallere, doğa ve yaşam için verilen mücadelelerinin içinde bulundum, fakat İlk kez bir yangının içinde olacaktım ve kayıt alacaktım. Bu sefer yıllar sonra o çok sevdiğim ateşin başka bir yüzüyle karşılaşmak için çıkacaktım yola. Kurumuş otlarla başlayan o küçük ateş büyümüş ve bir orman yangını haline gelmişti. Bizim gibi o da büyüdükçe saflığını yitirmişti. Orman yangınlarına müdahale etmek ekoloji mücadelesi içinde bir ilkti.
YOLCULUKLARLA KAZANILAN DENEYİM
“…belirlediğimiz istikamete doğru ilerlerken
bir taraftan da şehir merkezinden dahi görünen
dumanı takip ediyorduk. Duman bir nevi bizim
gideceğimiz yönü belirleyen bir işaret gibiydi.”
Muğla’da başlayan yangının haberini aldığımda İstanbul’daydım. Kadıköy Dayanışma Ağı (KDA) gönüllüleriyle birlikte yangın söndürme çalışmalarına katılmak için gece yarısı Kadıköy’den yola çıktık. Aramızda daha önceden yangın deneyimi yaşamış kimse yoktu. Ne yapacağımızı, nasıl davranacağımız konusunda kendi aramızda konuşuyorduk. Oraya gittiğimizde yangına müdahale eden profesyonel ekibin “ayaklarına dolanmak” gibi de bir kaygımız vardı. Ne ile karşılaşacağımızı ne yapacağımızı çok bilmeden 10 saatlik yolu atlattık.
Sabah saatlerinde Milas Belediyesinin oluşturduğu “Afet Koordinasyon Merkezine” ulaştık. İstanbul’dan getirdiğimiz yardım malzemelerini teslim ettik. Koordinasyon merkezi ülkenin çeşitli noktalarından gelen yardımların toplandığı ve ihtiyaç olan yerlere ulaştırıldığı toplanma yeriydi. Gıdadan, giysilere, yangın söndürme tüplerinden kürek, tırmık, işçi tulumlarına kadar her şey vardı. Biz de kendimiz için gerekli olan tulumları ve yangına duyarlı ayakkabılarımızı ve gerekli malzemeleri alıp yangın bölgesine doğru yola çıktık.
Toplanma merkezinde bölgeyi iyi bilen yetkili kişilerin yönlendirmesiyle belirlediğimiz istikamete doğru ilerlerken bir taraftan da şehir merkezinden dahi görünen dumanı takip ediyorduk. Duman bir nevi bizim gideceğimiz yönü belirleyen bir işaret gibiydi. Yangın bölgesine yaklaştığımızın bir diğer işareti de toprak yollardan yoğun toz bulutları çıkararak sıralar halinde geçen itfaiye araçları, arasözler, iş makineleri, işçileri taşıyan kamyonlardı. Bu yoğun atmosfer heyecanımızı da artırmaya başlamış yangın yerine varmak için acele etmeye başlamıştık. İlk ulaştığımız yer Muğla Menteş köyü yakınlarıydı, oradaki yangın köye ulaşmadan söndürülmüştü. Araçtan inip köylüler ve ülkenin çeşitli noktalarından yangın söndürme çalışmalarına destek vermek için gelen gönüllülerden durum hakkında bilgi almaya çalıştık. Yangının çıkış noktası, kaç ayrı noktada devam ettiği, nereye doğru ilerlediği, kaç gündür devam ettiği ve en önemlisi bizim çalışmalara nasıl dahil olabileceğimiz sorusunu soruyorduk.
Yangının söndürülmüş soğutma çalışmaları yapılıyordu. Gönüllülere ihtiyaç duyulan en önemli noktada burasıydı. Yukarıdan helikopter veya uçakla atılan su yangının sönmesinde etkiliydi fakat suyun atıldığı bölgelere aşağıdan müdahale edilmediğinde ağaç köklerinin tam olarak sönmemesi ateşin tekrar canlanmasına sebep oluyordu. Gönüllüler de kendileri için de daha az tehlikeli bir iş olan soğutma çalışmalarına tırmıklarla, yangın söndürme tüpleriyle, bidonlara doldurdukları sularla destek oluyorlardı. Daha az tehlikeli derken bir şeyi ilave etmek gerekiyor, sönmüş bölgelerden çıkan duman dikkatli olunmazsa bir insanın hayatını tehlikeye atabilecek kadar yoğun karbon monoksit salıyordu. Yine bölgede olan yetkililerden aldığımız bilgiye göre zehirlenme çok yavaş gerçekleştiği için günler sonra bile etkisini gösterebiliyordu. Bir anda yere yığılıp kalma ihtimali vardı.
“..yanan ağaçların külleri havaya çıktıktan sonra
bir kar tanesi gibi yere inmiş ve ağaçların
iplerinde kara benzer bir görüntü oluşturmuştu.
Siyah ve beyazın oluşturduğu çok çarpıcı bir görüntüydü.”
Röportaj yaparak ve çevreden detaylar toplayarak ilerlerken elinde kaplumbağa ile bekleyen genç bir kadınla karşılaştım. Kaplumbağa yanmış ve sadece kabuğu kalmıştı. Fotoğrafını çektikten sonra röportaj yapmak için izin istedim. Ormanda yaşayan hayvanları kurtarmak ve yaralı olanları tedavi etmek için bir ekip olarak geldiklerini söyledi. 4 gündür bölgede olduklarını birçok hayvanı kurtardıklarını elindeki kaplumbağa kabuğunu göstererek ama bu çabalarının yeterli olmadığını, daha geniş bir ekibe ihtiyaç duyulduğunu gözyaşları içinde anlattı. Kayıpların sadece ormanda yaşayan hayvanlar olmadığını, köylerdeki kümes hayvanlarının da yangından etkilendiğini söyledi. Zira köyler boşaltılırken köylüler büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarını aldıklarını kümes hayvanlarını bıraktıklarını ya da bırakmak zorunda kaldıklarını söyledi. Elindeki kaplumbağa kabuğuna bakarak “bu anları unutmamak için bu kabuğu evime götürüp saklayacağım” dedi.
YANMIŞ KAPLUMBAĞA VE ATEŞLE YENİDEN KARŞILAŞMA
Yanmış ağaçların olduğu alana girdiğimde hissettiğim iki karmaşık duygu vardı. Korku filmlerinde gördüğümüz o ürpertici manzaraya benzer bir görüntü kara delik gibi beni içine çekmişti. Hava aydınlıktı fakat karşımızda kocaman bir karartı vardı. Başınızı nereye çevirseniz kömüre dönmüş yüzlerce belki binlerce ağaçla karşılaşıyordunuz. Yanmış ağaç kokusu nasıldır bilir misiniz? Yüzlerce ağacın küle döndüğü bir ormandaki kokunun nasıl olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Yoğun bir yanık kokusu havaya karışmış, gördüğümüz o ürpertici manzarayı tamamlar hale gelmişti. Aynı karartıya baktığımda gördüğüm bir diğer şey ise yanan ağaçların küllerinin yerden yükselerek kar taneleri gibi yere inmesi ve ağaçların diplerinde kara benzer bir görüntüler oluşturmasıydı. Siyah ve beyazın oluşturduğu çok çarpıcı bir görüntüydü. Sanki orman yanmamışta gece karanlığında kar yağmış bir orman görüntüsü veriyordu. Yeşil yerini başka renklere bırakmıştı o renkler bu sefer siyah ve beyazdı.
Kalem mevkiinden ayrılıp aynı bölgenin bir diğer ucuna doğru yola çıktık. Uzaktan gördüğümüz dumanın kaynağı olan alevlere ulaştık. Sönmüş bölgelerdeki durağanlık, karanlık atmosfer bir anda yerini hareketliliğe bırakmıştı. İtfaiye ekipleri, gönüllüler büyük bir çabayla yangına müdahale ediyorlardı. Hortum taşıyan insanlar, dar patika yollarda ilerlemeye çalışan arazözler yangının ilerlemesini durdurmak için kesilen ağaçların düşme sesleri, seslerini duyurmak için birbirlerine bağıranlar, gönüllü sağlık ekipleri, testere sesleri, sirenler, bir an da yön değiştiren alevlerden ve dumandan kaçmaya çalışan insanlar tam bir mahşer yeri gibiydi. Biz söndürme çalışmalarına destek olurken rüzgarın etkisiyle başka bir yere sıçrayan küçük bir kıvılcım bir an da onlarca ağacı yutan kocaman bir canavara dönüşüyordu. Bir ağacı kurtarmak için büyük bir özveriyle verilen uğraş onlarca ağacın yanmaya başladığını görmemizle yerini karamsarlığa bırakıyordu. Yukarıdan helikopterlerin attığı suların etkisi oluyordu fakat su aşağı inene kadar etkisi azalıyor bir kısmı ise daha yere inmeden ateşin etkisiyle buhara dönüşüyordu. Yangın söndürme uçağının olmaması, helikopterlerin sayısının az olması farklı noktalarda çıkan yangınları söndürmede yetersiz kalıyordu. İlk kez bu kadar büyük alevler görüyordum. Bir tarafta kayıt yaparken bir tarafta da şaşkınlıkla büyük alevleri izliyordum. Rüzgarın ani yön değiştirmesi alevlerin üzerimize gelmesini sağlıyor aynı zamanda dumanın içinde boğulma tehlikesi yaşıyorduk. Havanın sıcak olması, yoğun koşuşturma ve alevlerin ısısı nedeniyle vücut ısımız oldukça yükselmişti. Arada bir helikopterlerden atılan suyun küçük damlaları bizi serinletiyor ve bir an olsun kendimize gelmemizi sağlıyordu. Havadan atılan sular yüksek yerlerde gök kuşağı oluşturuyordu. Bu da hayatın bizim için sunduğu renkler gösterisiydi. Yeşil yerini siyahla beyaza, ardından da bütün renklerin içinde olduğu gök kuşağına bırakıyordu. O renkleri gördüğümüzde tekrar umudumuz yeşeriyordu.
Yangın bölgesinde 5 gün kaldık. Menteş köyü ve Kalem mevkiinden sonra Dalaman ve Köyceğiz’deki yangınlara müdahale ettik. Uzaktan gördüğümüz dumanla başlayan yolculuğumuz yanmış ormanlara daha sonra ise ateşle sıcak temasımıza kadar ilerledi. İstanbul’dan gelen 12 kişilik diğer ekip bu çalışmalara dahil oldu. İki günlük deneyimle yeni gelen arkadaşlarımızdan daha tecrübeli yapmıştı bizi. İki gün önce bize yapılan uyarıları biz onlara yapıyorduk. Kuşaktan kuşağa geçen bilgi ve tecrübe aktarımını farkında olmadan biz de devam ettiriyorduk.
Türkiye’deki orman yangınları birkaç ana başlıkta incelenebilir; İklim krizi, yangına yeteri kadar müdahale edilememesi, yangın söndürme uçaklarının yetersizliği, yanan bölgelerin imara açılması, yangınların bilerek çıkarılması ve söndürülmemesi gibi. Önümüzdeki zamanlarda bu iddialarla ilgili yeni gelişmelerle karşılaşacağımız kesin. Yeni uçaklar alınıp alınmadığı, yanan bölgelerin tekrar ağaçlandırılıp ağaçlandırılmadığı gibi konuların takipçileri olacak duyarlı insanlar ve kurumlar olacaktır. Bizim yolculuğumuz açısından değerlendirilmesi gereken konu ise yangına müdahale eden gönüllülerle ilgili olacak. Muğla yangınından döndüğümüzde yaptığımız değerlendirmede bu tür doğal afetler için (yangın, deprem, sel baskını vb.) profesyonel yerel ekipler kurulması ve eğitim çalışmalarına başlanması gibi sonuçlar ortaya çıktı. Ekoloji hareketinden bir grup arkadaşımız yangın söndürme teori ve pratik dersleri aldı, EkoAfet Müdahale – Eğitim grubu kuruldu ve 2021 yazında çıkan son yangınlar Dersim dağlarındaydı, ‘Dersim İçin Yollardayız’ diyerek bir araya gelerek yollara düştük. Bir diğer sonuç ise bu deneyimleri kayıt altına almanın bu dönemin hafızasını oluşturmanın önemiydi. Aradan on yıllar geçer ve biz ilerlemiş yaşlarımızda bu dönemleri mücadele deneyimleri ve kişisel anılarımız olarak büyük bir gururla hatırlarız. Yazının girişinde eksik kalan bir şeyi ekleyerek yazımızı sonlandıralım.
İyi ki, fotoğraf var, iyi ki video var, iyi ki yazı var. Tekrar hatırlamak ve hatırlatmak için.
Hakan Tosun’un çektiği “Muğla Yangını Gönüllü Müdahalesi” başlıklı 30 dakika 25 saniyelik videonun tamamı:
Not(1) Muğla yolculuğu ve bu yolculuğun ekoloji hareketiyle ilişkisi hakkında bilgi almak isteyenler burayı tıklayabilir
Not(2) Hakan Tosun ile ekoloji hareketi hakkında yapılan genel bir söyleşi için burayı tıklayabilirsiniz.