İki yazıdır “Cinnet Toplumu” üzerine yazmaktayım. Bu, her şeyden önce, Sosyolojinin “kurucu babalarının” söylediklerinin tersine, sosyal alanın, sosyolojinin psişik olandan ayrılamayacağını düşündürmekte tabii.
İnsanların akli durumlarında bu kadar kayma göstermesinin ( Horkheimer “akıl tutulması” diyordu) arkasında sadece ekonomik kriz yatmıyor; aynı zamanda değerlerin muhafazakar değerler olarak şirazesinden çıkmaya başlaması da buna eklenmekte zannediyorum. Haberlerde o kadar akıl dışı olaylar ve söylemler okumaktayız ki, bazılarını sanki artık kanıksadık bile. Ama kanıksanacak gibi değil bazıları. Ahlaki değil sadece, cinsellikte de değil, ama git gide en rasyonel olarak ele alınan ve kapitalizmin rasyonelliği ile alakalı olarak düşünülen ekonomik alan da irrasyonel bir şekilde işlemeye başladığında, toplumsal bir akıl tutulması topluma çeşitli görünüşleriyle yansıdığında, toplumsal alandaki insanlarda cinnet hallerini ortaya çıkmakta sanıyorum.
Böyle bir durumda, akıl verenlerin geldiği nokta o kadar belirsizlik dolu ve kesin olmayan üzerine dayanmakta ki, artık bunların üzerine sadece spekülasyon yapıldığı zaman hangi yöne doğru gidildiği kanısı ancak bir yanılsama olarak işleyebiliyor. Sadece tahminler üzerine yapılan ekonomik ve toplumsal haberler, ister medya, ister sosyal medya olsun akıl almıyor. Bu durum, ekonomi alanı olsun, hukuki alan olsun bazı çevreler için inandırıcı bile olmaya başladı sanki. Tahminlerin birer gerçek haline girmeye başlaması demek artık toplumsal bir alanın kendi rasyonelliğinin dışına çıkması anlamını taşıyor. Ara sıra akla döndüren hamleler yapılmakta olsa bile toplumsal alandaki insanlar bu yanılsama durumunda irrasyonel davranmaya doğru yönelebiliyor. Bunu dışarıdan verilen bir ideoloji olarak görmemek lazım; yoksa insanların kendilerinin hiç bir görüşü olmadığı yanılgısına düşülebilir; tam terine etki ve tepki şeklinde işlemek yerine bir söylem biçiminin havasında hareket edilmekte olduğunu gözlemlemekteyiz. Direkt bir etkileme veya etkilenme değil, havada asılı olan bir irrasyonelin peşinden gidilmeye başlandığında, insanlar akıl dışı hareketleri, davranışları içselleştirmekteler sanki. Ancak böyle bir durumda akıl insanların dışında var olmaya yüz tutmakta. Bu durumda da irrasyonel “cinnet toplumunun” alışkanlığı haline geliyor. İnsanların davranışları ve düşünceleri sanki bugüne ait olmayan “arkaik değerler” üzerinde zıplamaya başlıyor.
Modern dönemlerde rasyonalite üzerine kurulu bir anlayışta insanların tavırları, düşünme biçimleri ve hedefleri nerdeyse belliydi. Muhafazakar veya devrimci olarak adlandırılan taraflarda söylemlerin nereye doğru gittiğini hemen kestirebilmek sanki mümkün gibi durmaktaydı. Taraflar da buna göre sabitlenmektelerdi. Bilim dallarının kendi rasyonaliteleri içinde bir mantık yürütmeleri işlerine gelmekle kalmıyordu sadece, aynı zamanda bu mantığın içinden geçerek bir “uslamlama” ortaya koymak işin doğallığı içindeydi. Ama bugün artık bunun çok uzağına düşmüş vaziyetteyiz.
Bugün her şey “potansiyel gerçekliklerle” birlikte olmakta, kabul edilmekte ve üstelik de yaşanmakta. Yani olmayanlardan “olur” (gelecek zaman) ve hatta “oldu” (geçmiş zaman) çıkarılmakta. Diğer yanda ise “aktüelleşmiş virtüellikler” ortaya konulmakta. Belki de, modern-sonrası içinde düşünülmeye başlanan “aktüelleşmiş virtüellikler”bilimlerin ve felsefenin kendi söylemini ortaya koyma biçimi içinde ele alınmaktaydı. Bugün ise bunlar, yani olmayanların ve olabileceklerin ihtimallerini düşünen bir tehdit havası altında irrasyonele doğru gidilmekte. Potansiyel belirsizlik hakim olmaya başladığında irrasyonele daha çok yaklaşmakta mıyız ?
Örneklemeye gidersek: Sinop Nükleer Güç Santrali, Japon-Fransız ortak yapımı bir proje olarak geri plana atıldığında, “haberlere sevinmeli mi yoksa üzülmeli mi ?” diye soranlara cevabı Enerji Bakanlığı vermiş durumda:
“Yola kiminle devam edeceğimiz” ileriki bir zamanda belli olacakmış. Belirsizlik durumu kesin olmayan bir şekilde ortaya konulmaktayken kesin olan sadece belirsizliğin gerçekleşme zorunluluğunun altının çizilmesi oluyor. Daha evvelki yazıda söz etmiştik. Uzmanlar ve işin bilirkişileri karar vereceklermiş. Biz haberi okumaya devam ediyoruz. Ama bilirkişilerin elinde potansiyelin gerçekleşmesi için var olacak olan verilerin bulunmaması da başka bir “kesinsizlik alanını” oluşturmakta.
Geçen yazıda da söz ettiğimiz gibi ne Çernobil ne de Fukuşima uzmanları felaketleri ön görebilmişlerdi. Geçen sene haberlerde Fukuşima felaketinden yedi yıl sonra, buna dair radyasyon ile alakalı ölüm haberleri ortaya çıkmakta. Felaket sırasında ölçüm yapan bir çalışanın radyasyon yüzünden gelen ölümü bu nükleer santrallerin hiç bir garantisi olmadığı gibi, her seferinde potansiyel bir şekilde felaketlere açık olduğunun bir göstergesi olarak sadece o santrallerde çalışanların değil, aynı zamanda civar bölgeler açısından da değil sadece, ama insanlık için bir tehdit yaratmakta olduğunu bugün aklı selim herkes biliyor ve bunun farkında. İkinci Dünya Savaşı’nı bitiren atom bombası sonrasında havanın artık doğallığını kaybetmiş olduğu ve bundan sonra doğan nesillere doğru gelen tehdidin varlığı bilimsel açıdan bir gerçek: Bu, potansiyel değil hakiki olan bir veriyi ortaya koymakta. Potansiyel gerçeklikler bu konular üzerine oluşmaktayken, toplumun ileri gelenlerinin irrasyonel sözleri potansiyel gerçekleri potansiyel “hakikat-dışılıklara” taşımakta.
Patinaj yapmaya devam ettikçe irrasyonel cinnet haberlerini okumaya devam edeceğiz sanki. Ne yazık ki!
Kaynak: T24
Kapak Çizimi: Vladimir Kazak