Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 12 Temmuz’da Trabzon’da “Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı”na dair açıklamalarda bulundu. Hatırlayacağınız gibi, 13 Aralık 2018’de Saray tarafından 2. 100 Gün Eylem Programı kapsamında Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı’nın hazırlanması vardı. Henüz Plan’ın hazırlanmasında temel alınan bir bilimsel rapor yayınlanmasa da, Bakan’ın konuşması ve açıkladığı 15 maddelik “eylem planı”, iktidarın şimdiye kadarki icraatlarının yanlışlığını ortaya koyan (ve ama sorumluluğunu saklayan) bir resmi belge niteliğindedir.
Aynı zamanda hem Bakan’ın konuşması hem de açıklanan “eylem planı”, hâlâ iklim krizinin anlaşılmadığı ve “çözüm” yerine inşaat şirketlerine yeni işler yaratmaktan başka bir amaç gütmediği söylenebilir. Oysa iklim krizinin etkilerini her halükârda yaşıyoruz ve gittikçe bu etkilerinin daha da ağırlaşacağı görülmektedir. İklim krizi, gelecekte kopacak bir kıyamet senaryosu değil, bugünden acil tedbirlerin alınması gerekiyor. Bu konuda hükûmetleri ve şirketleri durduracak tek güç de kamuoyu.
İklim krizi: neden sonuç ilişkisi
İklim değişikliği 1970’lerden beri dünyanın gündeminde. Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 1988 yılında kurulmuş Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) değişik ülkelerde zirveler yaparak çare aranıyor.
Dünya Meteoroloji Örgütü, iklim değişikliği nedeniyle aşırı hava koşullarının sebep olduğu doğal afetlerin 2018’de 62 milyon kişiyi etkilediğini açıkladı. 2017 yılında dünyada aşırı hava olaylarına bağlı olarak 11 bin 500 kişi öldü ve yaklaşık 375 milyar dolar kadar ekonomik hasar meydana geldi. Rapora göre, 35 milyon kişi sellerden, 9 milyon kişi ise kuraklıktan etkilenirken, Avrupa, ABD ve Japonya’da sıcak hava dalgası ile orman yangınlarına bağlı bin 600’den fazla ölüm yaşandı.
4 Aralık 2018’de Katowice İklim Zirvesi’nde yayımlanan Küresel İklim Riski Endeksi Raporu’na göre Türkiye’de 2017 yılında gözlemlenen meteorolojik afetler ise toplamda 1.9 milyar dolar ekonomik hasara yol açtı. Türkiye’de Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 598 iklim afeti gerçekleşmiş. Türkiye’de son 20 yılda iklim afetlerinin yıllık ortalama 462 milyon dolar ekonomik hasar verdiğini ifade ediyor.
Bu veriler ne kadar ağır ve kritik bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu göstermeye yetiyor sanırım. Dolayısıyla hükûmetin Karadeniz Bölgesi için bir iklim krizi eylem planı hazırlamış olması hiç yoktan iyi bir gelişme. Ama aynı hükûmet, hâlâ Paris İklim Anlaşmasını TBMM’ye sunarak, yürürlüğe sokulmasını engelliyor.
İklim krizinin Türkiye’ye kısa-orta-uzun vadede etkilerine dair birçok raporu mevcut. İklim krizinden en fazla etkilenecek ülkelerden biri Türkiye. İklim krizine bağlı olarak iklim kuşakları, yerkürenin jeolojik geçmişinde olduğu gibi, ekvatordan kutuplara doğru yüzlerce kilometre kayabilecek ve bunun sonucunda da Türkiye’nin, bugün Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da egemen olan daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının etkisinde kalacağı öngörülmektedir. Türkiye iklim değişikliği birinci ulusal bildiriminde ise, gelecekte Türkiye’nin güneybatı kıyılarında ciddi bir yağış azalmasının (özellikle kışın), Karadeniz sahil şeridinde ise yağış artışının olacağı öngörülmektedir.
Rize, Trabzon, Ordu, Samsun, Giresun ve Artvin illerimizi kapsayan 15 maddelik Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planına bakıldığında, iklim krizinin nedenlerinin doğru anlaşılmadığı ve sonuçlarına karşı da etkin tedbirler alınmadığı görülmektedir. Bakanlık, kendi sorumluluklarını üstünden atmak için nedenleri özellikle es geçiyor. Çünkü Karadeniz’de sel, heyelan, su kıtlığı gibi birçok soruna neden olan projelerin altında bu hükûmetin imzası var.
Bakan Kurum, Karadeniz’de yaşanan felaketlerin nedeni olarak iklim krizini gösteriyor. Oysa öncelikle iklim krizi bir sonuçtur. Ama her sonuç başka şeylerin nedeni olabilir ve iklim krizi de gelinen aşamadan dolayı yeni felaketlerin nedeni haline gelmiştir. Fakat Bakan “iklimi değiştiren, insanın kendisi olmuştur. Şehirlerimizde nüfus yoğunluğunun artması, trafik sorunu, aşırı tüketim gibi faktörlerle iklim değişikliğine sebep olduk” derken iklim krizinin nedenlerini manipüle ediyor. İklim krizinin nedeni “insan faaliyetleri” değil, bizzat kapitalist sanayileşmenin mantığı ve geldiği boyutla ilgilidir. İklim krizinin nedeni olarak nüfus, trafik ve aşırı tüketim gibi faktörleri göstermek topu taca atmaktır.
İklim krizinin temel nedeni, en az maliyetle en fazla ve en hızlı üretimi gerçekleştirerek maksimum kâr elde etmeyi hedefleyen sermayenin, insan dahil tüm doğayı sadece bir ucuz “hammadde” ya da “kaynak” olarak görmesinin yarattığı kapitalist üretim biçimi ve ilişkileridir. Tüm dünyada hâlâ sanayinin enerji kaynağı olarak fosil yakıtları kullanmasına, endüstriyel tarım ve ormanların yok edilmesine, denizlerin ve okyanusların sanayi atıkları ile kirletilmesine devam edilmesinin temeli de sermaye mantığıdır. Ama liberal sağ-sol siyasetçiler ısrarla ya iklim krizini tümden reddetme ya da sorunu bireylerin tüketimciliğine indirgeme yaklaşımını sürdürmektedir. Sorunu bireylerin yanlış tutumu, tüketimciliği olarak ele alındığında çözüm de “karbon ticareti”, tasarruflu ampul kullanmak ya da poşet kullanımını azaltmak olarak sunulabilmektedir.
Nitekim Bakan Kurum’un iklim krizine yaklaşımı bu çerçevededir. Sorunların gerçek nedenlerinin üstünü örterek sonuçların pansuman edilmesi için “eylem planı” hazırlanmıştır. Bakan Kurum’a göre, “Başta Sıfır Atık Projesi olmak üzere, Deniz Çöpleriyle mücadele için başlattığımız Sıfır Atık Mavi Hareketi, Bisiklet Yolları, Millet Bahçeleri gibi çevreci hareketlerle İklim Değişikliğinin etkilerini azaltmaya çalışıyoruz.” Oysa Türkiye, dünyadan çöp ithal ediyor, kendi çöpünü ayrıştıramıyor, geri dönüşüm sistemi kuramıyor, ormanlarını sürekli yapılaşmaya açıyor, kaçak yapılaşmaya af getirip, süresini de sürekli uzatıyor…
İklim planı mı, yeni inşaat projeleri mi
Bakanlığın iklim krizine yaklaşımındaki çarpıklık hazırladıkları “iklim değişikliği eylem planı”na da yansıyor. Planda, Karadeniz’de büyük ekolojik tahribat yaratan projelere değinilmeden beton şirketlerini sevindirecek yeni yol ve inşaat işleri planlaması çıkarılmış. Dere yataklarına yapılmış 1950 adet binanın taşınması, riskli bölgelerde kentsel dönüşüm kapsamında 15 bin konut inşası, kamu binalarının taşınması, derelerin denize döküldüğü yerlere yeni menfezlerin yapılması… Hep inşaat, hep inşaat!
Karadeniz’de artık her sağanak bir afete dönüşüyor. Birçok kez heyelanlar oldu, taşkınlar oldu, can ve mal kaybı yaşandı. 2002’de Rize’nin Güneysu ve Çayeli ilçelerinde yaşanan sel felaketinde 34 kişi hayatını kaybetmişti. 2005 yılında Rize ve Trabzon’daki sel felaketlerinde ise toplam 32 kişi hayatını kaybetti. 2009 yılında Artvin Borçka’da 5 kişi, 2010 yılında Rize Gündoğdu’da 12 kişi sel sularında ve heyelan altında kalarak öldüler. 2012’de Samsun’da yaşanan taşkında, nehir yatağına yapılan konutlar su altında kalmış ve 13 kişi hayatını kaybetmişti. Ağustos 2015’te Artvin’in Hopa, Arhavi ve Borçka ilçelerinde yaşanan sel felaketi 9 insanımızın yaşamını yitirmesine, çok sayıda yaralanmalara ve bölgede büyük maddi kayıplara neden oldu. 2019 Haziran’ında Trabzon Araklı’da yaşanan sel felaketinde ise 9 kişi hayatını kaybetti. Bölgede son 10 yıl içerisinde 100’e yakın insanımız bu şekilde hayatını kaybetti. Ve bu sadece insani kayıp. Diğer canlılar için hala kayıt tutmuyoruz maalesef.
Bu acı tablonun nedeninin “iklim krizi” olduğunu ileri sürmek, iktidar sözcülerinin bütün felaketleri “allah’ın takdiri” diye sunmaları ile örtüşen bir yaklaşımdır. Yağmurun birden bire ve çok yağması “ilahi takdir” olabilir ama denizle kara arasına beton set çekerek yol yapmak, derenin yatağına ev yapmak, eğimi yüksek yamaçlarda gelişi güzel yollar açmak, ormanları yok etmek, her yere taş ocağı açtırmak, kadim ormanların bağrında maden ocakları açmak, yaylalarda kaçak yapılaşmayı teşvik etmek, bütün bunlar “siyasi takdir” sonucu yapılmaktadır ve sorumluları bellidir.
AKP hükümeti zamanında Karadeniz’de yapılan bütün büyük projelerde bilim insanlarının ve ekolojistlerin temel itirazı bu projelerin hepsinin Çevresel Etki Değerlendirmesi’nden kaçırılmış olmasıdır. İlk ihalesi 1987’de yılında yapılmış, açılışı 2007 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan Karadeniz Sahil Yolu inşaatından başlayarak, AKP’nin Karadeniz’i “enerji ve turizm cenneti” yapmayı vadeden “kalkınma planı” çerçevesinde hayata geçirilen bütün yatırımlarda ÇED yönetmeliği başta olmak üzere “çevre hukuku” rafa kaldırıldı.
İş başına gelir gelmez, “su boşa akıyor” diyerek sadece Karadeniz’de binin üzerinde nehir tip HES projesiyle inşaat şirketleri için “vadilere/derelere hücum” borusu çalan AKP, bir taraftan da bu mantığını tabana yaymak için herkesi doğayı/dereyi paraya çevirmesi için teşvik sistemleri devreye sokarak herkesi birer “girişimci” yaptı. Mevcut ekonomik sorunlarından kurtulmak isteyen herkes de kendilerine biçilen “girişimcilik” rolüne razı olarak, kah istimlak bedeli için kah turizm teşviki için kah KOSGEB ya da İş Kur teşviklerinden yararlanmak için birer “Mehmet Cengiz”, “Ağaoğlu” oldu.
AKP’nin Karadeniz’de yaptığı en büyük yıkım olan “Yeşil Yol” inşaatında ise, Danıştay tarafından bile yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen, jandarma eşliğinde yol yapıldı, bitirildi. “Yeşil Yol” inşaatı, Karadeniz’in kadim ormanlarını, yaylalarını yollarla parçaladı, doğal yapılarını bozdu. “Yeşil Yol” inşaatının hemen akabinde de imar affı getirilerek yaylalardaki kaçak yapılaşma devlet eliyle yasallaştırılmış olundu. Bugün Rize mahkemelerinde bu katliam projesini durdurmak için mücadele edenler yargılanıyor.
“Karadeniz Sahil Yolu”, “Yeşil Yol” gibi, hâlâ master planı kamuoyundan saklanan, bütünlüklü bir yol projesi olduğu halde farklı etaplara bölünerek Çevresel Etki Değerlendirme süreçlerinden kaçırılan “yatırımlar”ın yarattığı yıkım nasıl geri döndürülecek?
Bakan diyor ki, “Karadeniz Sahil Yolu’nun yağış sularının denize ulaşmasına engel olan bölümlerinde menfezlerin kapasitesi artırılacaktır. Trabzon, Rize, Ordu, Giresun, Artvin ve Samsun illeri öncelikli olmak üzere dere yataklarında yer alan binalar tespit edilecek ve uygun alanlar için kamulaştırma ve taşıma süreci planlanacaktır.” Siz önce kaçak yapılaşmalara izinleri dağıtın, sonra da “pardon yanlış oldu, sizi buradan taşıyacağız” deyin.
Durum Bakan’ın bildiğinden de vahim aslında. Mesela Rize il merkezinin tamamı taşınması gerekiyor. Çünkü hepsi deniz dolgu alanına yapılmış durumda ve zaten şimdiden binalar sinyal veriyor. Sırf inşaat firmaları boş kalmasın diye, Karadeniz’deki bütün dere yataklarına istinat duvarları yapıldı. Bunlar yapılırken de dere yatağı daraltılarak, etrafındaki araziler yandaşlara peşkeş çekildi. Karadeniz’deki her sağnak yağıştan sonra taşkınların, heyelanların olmasının bir sebebi de budur. Siz derenin yatağına konarsanız o da gelir sizi yerinizden eder. Rize’de Trabzon’da, Samsun’da Hopa’da yaşanan sel felaketlerinin hepsinde aynı durum vardı.
Yine bakan diyor ki, “Dere yataklarının doğal yapısının bozulmaması için bölgede faaliyet gösteren tesislerde denetimler sıklaştırılacakmış”. Bakan Kurum ya bizle dalga geçiyor ya da gerçekten ne dediğini bilmiyor. Çünkü dere yataklarının doğal yapısını bozan, derelerin yataklarından tünellere aldıran, bentlerle önünü kesen, derelerin kurumasına, canlı yaşamının ölmesine neden olan, vadileri, dere yataklarını tarumar eden yüzlerce Hidroelektrik Santralini Marslılar mı yaptı? HES inşaatları için, iletim hatları için bölgedeki dik yamaçları, ormanları yollarla parçaladınız.
Esas yapılması gerekenler
Bakan Kurum tarafından açıklanan 15 maddenin hepsi suç itirafıdır. “Karadeniz Bölgesi İklim Değişikliği Eylem Planı” bu hükûmetin 17 yıllık icraatlarının nasıl suç teşkil ettiğinin delili olacak cinstendir. Biz bunların takipçisi olacağız. Biz bütün Karadenizli çevrecileri, ekolojistleri duyarlı vatandaşlarımızı, Karadeniz’in doğasını katleden projelere karşı, Bakan’ın açıkladığı bu iklim değişikliği eylem planına dayanarak suç duyurularında bulunmaya çağırıyoruz.
Bakanlığı da ciddiyete davet ediyoruz. Madem eylem planı çıkardınız, hemen derhal, Karadeniz’deki dere yataklarını tahrip eden HES yapıları kaldırılmalıdır. Yaylalardaki imar affı ile yasallaştırılan bütün yapılar kaldırılmalıdır. Her türlü madencilik, taş ocağı faaliyetlerine son verilmelidir. Cerattepe’deki ve Fatsa’daki kadim ormanların tahribine neden olan madencilik faaliyetine son verilmelidir. Kaçkarlardaki vahşi turizme derhal sınırlama getirilmelidir.
Doğal yaşlı ormanlar ve diğer biyolojik çeşitlilik varlığının dünyada çok az kalmış olan el değmemiş dere sistemleri ile birlikte farklı yerlerinde çeşitli statülere sahip doğal ve kültürel SİT alanları radikal koruma altına alınmalı ve buralarda her türlü ticari faaliyet yasaklanmalıdır. Buralarda yaşayan yurttaşlara ekonomik destek için karşılıksız fon verilmelidir.