Çok uluslu şirketlerin talepleriyle uygulanan neoliberal gıda ve tarım politikalarıyla tarımsal yapımız tahrip edilmiş ve bugün yaşadığımız ağır sonuçları ortaya çıkmıştır.
Karasaban‘ın haberine göre; Üretemez duruma düşen küçük çiftçiler topraklarını terk etmiş, üretim desenimiz değişmiş, daha çok tarımsal ürün ithal edilerek tarımda bağımlılık artmış, gıdanın üretimi ve pazarlaması şirketlerin denetimine geçtikçe tüketiciler tükettikleri gıdalardan korkar hale gelmiştir. Şirketlerin kontrolündeki gıda sisteminden çıkış yolu aramak ve bunun içinde örgütlenme çabası içine girmek elbette önemli ve anlamlıdır. Tarımda yaşanan sıkıntıların aşılması için her nedense ilk akla gelen kooperatifler olmaktadır. Sol partiler yerel yönetim bildirgelerinde, “nasıl bir kooperatif” tanımlaması yapmadan “Belediyelerin kooperatifleri destekleyeceklerini” ifade etmişlerdir. Üreticilerin ve tüketicilerin kooperatif örgütlenmeleri şirketlerin kontrolündeki gıda sisteminden çıkış için yeterli midir? Tek başına kooperatiflerin çoğalması bu sistemden çıkışı sağlayabilir mi? “Nasıl bir kooperatif?” sorusunu tartışmadan diğer soruları cevaplayabilmek mümkün değildir. Bugünden geriye doğru bakıldığında kooperatiflerin devletle olan ilişkileri ve üyeleriyle olan ilişkileri üzerinde ciddi tartışmalar, değerlendirmeler yapıldığını görmekteyiz. Şirketlerin gıda sisteminin kurulduğu ve güçlendiği bir dönemde günümüze ilişkin kooperatifçiliğin nasıl olmasına yönelik tartışmalara dünden daha çok ihtiyaç vardır. Ülkemiz tarımının yaşadığı tarihsel dönemlerde kooperatiflerin hangi rolleri üstlendiğine ve gelinen noktada nasıl bir gıda sistemi içinde yaşadığımıza bakarak ‘nasıl bir kooperatif örgütlenmesi’ sorusuna daha sağlıklı cevaplar arama imkanı olacaktır.
Kooperatif örgütlenmeleri ortak ihtiyaçların karşılıklı dayanışma, birleşme, işbirliği yoluyla giderilmesi -kimi zaman yasal mevzuatlara uygun, kim zaman fiili olarak- amacıyla belli ilkelere dayalı ekonomik temelli organizasyonlardır. Kooperatifler tek başına kapitalizmin alternatifi değildirler. Aksine kooperatifler birçok ülkede kapitalist sermaye birikim sürecinin bir parçası ve kapitalist ekonomik politikaların tamamlayıcısı olmaktadırlar. Türkiye’de de farklı olmamıştır. Özellikle II.Meşrutiyet’te o dönemin siyasal belirleyeni olan İttihat ve Terakki, kooperatifleri iktisadi yapı ve ticaret ilişkileri içinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan yabancı ve gayri Müslim tüccar yerine Müslüman-Türk ticaret burjuvazisini ikame edecek bir metot olarak” görmüş, ve “milli burjuvazi” yaratabilmek amacıyla yukarıdan aşağıya doğru örgütlemiştir.
Cumhuriyetin Kuruluş Döneminde Kooperatifçilik
Cumhuriyetin kuruluş döneminde de kooperatiflere bakış farklı değildir, tarıma dayalı sanayileşme ve “milli burjuvazi yaratma” hedefine uygun olarak kapitalist kalkınma modelinin bir parçası olarak kurgulanmış ve yukarıdan aşağıya örgütlenmeye çalışılmıştır. Özellikle önemli ihracat geliri oluşturan ürünlerde üretim artışını sağlamanın, köyü ve köylülüğü denetim altına almanın, kırsal alanda gelişebilecek toplumsal hareketleri önlemenin ve tarımdan sanayiye kaynak aktarmanın, ticaret ve sanayi burjuvazisini yaratmanın bir aracı olarak kooperatifler kullanılmış, önemli başarılar da elde edilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Kooperatifçilik
İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’ye endüstriyel tarım dayatılmıştır. Öncelik kırsal alanda kapitalist ilişkilerin yaygınlaştırılmasıdır. Kırsalın pazara açılabilmesi için ürün fiyatları yükseltilmiş ve alt yapı köylere götürülmüştür. Kayırmacılık ise büyük çiftçiler lehine yaygındır.
60’lı yıllara gelindiğinde endüstriyel tarımsal üretime yöneltilen çiftçiler pahalı bir üretim tarzı olan bu üretimi yapmakta ve pazarlamakta zorlanmaktadır. Yasal mevzuatlar da sürekli aleyhlerine işlemektedir. Köylüler arasında gelişen tepkilerin eyleme dönüşmesini engellemek, endüstriyel tarımsal üretime küçük çiftçileri yönlendirmek ve bu üretim tarzına ayak uydurmalarını sağlayabilmek için kooperatifler ve tarımsal KİT’ler işlevlendirilmiştir. Mevcut kooperatifler buna göre şekillendirilmiş ve yenileri oluşturulmuştur. KİT’ler ve kooperatifler eliyle girdi, kredi destekleri yapılmış, destekleme alımları giderek yaygınlaştırılmıştır. Devlet eliyle veya onun vesayeti altında kurulmuş kooperatifler bir yandan ortağı olan üreticilere tarım makineleri, tohum, kimyasal ilaç (!) vb. girdileri perakende fiyatından daha uygun fiyata tedarik eden kuruluş işlevi görürken diğer yandan da üreticileri uluslar arası şirketlere bağımlı hale getirmenin araçları olmuşlar, özellikle tüccar ve zengin köylüye hizmet eden kuruluşlar haline getirilmişlerdir. M. Tanju Akad’ın haklı deyişiyle “Kooperatiflerin önemli bir işlevi kontrollü projelerle devlet yardımlarını ve tahsisleri kırsal kesimdeki büyük mülk sahiplerine aktararak politik işbirliğini pekiştirmektir.”
Oluşturulan kooperatiflerin hedefleri dayatılan gıda sistemini değiştirmek olmamış, mevcut gıda sistemi içinde ortaklarının gelirlerini arttırmak, tarımsal üretimi pazara uyumlu hale getirmek olmuştur.
Üreticilerin büyük bir çoğunluğu açısından pazardaki müşteri doğrudan tüketiciler bile değildir. TMO gibi KİT’ler, tüccarlar, ihracatçılar, gıda şirketleri, büyük marketler, tarımsal ürün işleyen fabrikalardır.
1969 yılında 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu yürürlüğe girmiştir. 70’li yılların siyasal atmosferinin etkisiyle birçok köyde yeni kooperatifler kanunundan yararlanılarak Köy Kalkınma Kooperatifleri kurulmuştur. Kurulan kooperatiflerin içlerinden bir kısmı, sayıları az da olsa yönetim tarzı olarak “demokratik yönetim ilkesi” ne uygun örgütlenmeye, devletin kooperatifçilik anlayışı dışında hareket ederek “devlet güdümlü kooperatif” olmaktan kurtulmaya, sistem içindeki sömürüyü azaltmaya çalışmışlardır. 12 Eylül Darbesi ile birlikte çok uluslu tarım şirketlerinin isteklerine uygun olarak IMF, DB, daha sonra DTÖ ve AB’nin dayattığı neoliberal politikalar uygulamaya konulmuş, kimi geleneksel ürünlerden devlet destekleri çekilerek üreticilerin yeni ürünlere yönelmesi hedeflenmiş, Türkiye tarımı hızlı bir şekilde çok uluslu tarım şirketlerinin istekleri yönünde yeni bir dönüşüme uğratılmıştır. Devletin kooperatifçilik anlayışı dışında hareket eden kooperatifler ise yaşama geçirilmeye çalışılan politika ve uygulamalar için tehlike olarak görülerek 12 Eylül Cunta yönetimi tarafından mal varlıklarına el konulmuş, yöneticileri tutuklanmıştır.
Liberal Dönem Kooperatifçiliği
1980 yılından sonra neoliberal tarım politikaların hedeflerini gerçekleştirilebilmesi için öncelik devletin tarımdan çekilmesini sağlamak olmuştur. Tüm bir tarımsal yapı dağıtılırken, devletin vesayetiyle kurulmuş kooperatifler işlevlerini yitirmişler, özellikle 2000’li yıllarda üstlendikleri roller de ortadan kalkmaya başlamıştır. (Kırsal Kalkınma kooperatifleri ise ayrı bir yazının konusudur.
2000’li yılların başlarında yeni döneme ilişkin kurulacak kooperatiflere yeni misyonlar yüklenmiştir. Devlet desteğinde AB Fonları aracılığıyla yeni “Kırsal Kalkınma Programları” oluşturulmuş ve “şirketlerin istekleri doğrultusunda yeni ürünlere” yönelen/ yönelmek isteyen kooperatif ve kişilere “hibe desteği” de dahil destekler sunulmuştur.
Bir çok bölgede geleneksel ürünlerin üretilmesinin önüne geçilmiş, tohum, zirai ilaç vb. girdilerle tamamen uluslar arası şirketlere bağlanan, bio-çeşitliliği yok eden bir tarımsal üretimin önü açılmıştır.
Gıda Egemenliği Mücadelesinde Kooperatifçilik
“Gıda Krizleri”ni kronikleştiren bir sistem kalıcı hale gelmeye başlamıştır. İşte böylesine bir süreçte birçok kesim tarafından üretici ve tüketici kooperatifleri gıda krizinin çözüm araçlarından birisi değil, çözümün kendisi olarak düşünülmeye başlanmıştır. Kooperatiflerin elini kolunu bağlayan anti demokratik kooperatifçilik yasalarının var olduğu ve siyasi iktidarların bu yasalarla kooperatifleri kontrol altına almaya, faaliyetlerini sınırlamaya çalıştığı bir düzende, yasal mevzuatlara sıkıştırılmış kooperatif örgütlenmelerinin şirketlerin gıda sistemine tek başlarına alternatif olabilmeleri şansı yoktur. Şirketlerin kontrolündeki gıda sistemine karşı gedikler açamayan kooperatiflerin eninde sonunda şirketlerin gıda sisteminin bir parçası olmaları kaçınılmazdır. Bugüne ilişkin kooperatifçilik mevcut gıda sistemine alternatif bir mücadelenin parçası olabildikleri zaman anlamlıdır. Bu nedenle; üretici Kooperatifi örgütlenmelerinin toplumsal muhalefet hareketinin / halkın gıda sisteminin yani Gıda Egemenliği hareketinin parçası olabilmeleri için örgütlenme ilkelerinin de netleşmesi gerekir. Örneğin; üretici kooperatifi biyoçeşitliliği korumak, örgütlü olduğu yerelde ürün desenini bozdurmamak için mücadele ediyor mu? Yerel atalık tohumlarla mı yoksa şirketlerin hibrit tohumlarıyla monokültür bir üretimde mi bulunuyor? Kimyasal kullanımına karşı mücadele ediyor mu? Kooperatif yönetiminin ortaklarıyla ve ortakların kendi aralarındaki ilişkisi katılımcı ve demokratik mi? Sadece ekonomik gelirlerini artırmak için mi kooperatifleşiyorlar, yoksa şirketlerin gıda sistemine karşı mücadele de temel ilkeleri arasında mı? Çocuk işçi çalıştırılmasına karşılar mı? Sözleşmeli üreticiliği sorun olarak görüyorlar mı? Kooperatifte ücretli çalışan varsa çalışanlarının sosyal güvencelerini ve sendika haklarını veriyor ve karar süreçlerine katıyorlar mı? Kooperatifçilik yasasının antidemokratik yanlarının demokratikleştirilmesine dönük mücadeleyi de öncelikleri arasına alıyorlar mı?.. vb.
Tüketici kooperatifleri içinde benzer kıstaslar söz konusudur. Tüketici kooperatifleri de öncelikle ürünün hangi tohumla, kimin, nasıl yetiştirdiğine bakıyor mu? Ürün tedarik ettiği üreticilerin üretimlerini devam ettirebilmeleri için desteklemeler yapıyorlar mı? Atalık tohumlarla, agroekolojik üretim yapan üreticilerin üretim risklerini paylaşıyorlar mı? Sadece aracıyı ortadan kaldırmayı ve tarımsal ürünleri pazar ve marketteki fiyatlardan daha ucuza elde etmeyi mi hedefliyorlar? Ürünleri üretici kooperatifinden tedarik ediyorlarsa O kooperatiflerin ortaklarının ve kooperatif işletmesinin endüstriyel gıda üretiminin bir parçası olarak mı, yoksa geleneksel üretim tarzıyla mı üretim yaptığını, demokratik işleyiş içinde olup olmadığını, kooperatif işletmesinde çalışanların sosyal güvence ve haklarının olup olmadıklarını vb. göz önünde bulundurarak mı alım yapıyorlar? Tüketici kooperatifi kendilerinin dışında örgütlenmiş diğer tüketici kooperatifleri ile demokratik ve dayanışmacı bir ilişkiye girmek içinde özellikle çaba sarf ediyor mu? vb… birçok soru ve cevapları bu tüketim kooperatiflerinin de şirketlerin gıdayı dolayısıyla da tarımsal üretimi kontrol etme çabalarına karşı durabilecek fikri donanıma sahip olduğunun ve gelecek toplumun nüvesi olup olamayacaklarının aynası da olmaktadır.
Sonuç Olarak
Tarımsal üretimdeki problemler ve bu nedenle ortaya çıkan “gıda krizi” sadece şirketlerin dayattığı tarım politikalarının uygulanıyor olması nedeniyle de oluşmamaktadır, neoliberal politikaların tümü; enerji ve maden politikaları, inşaat politikaları, ulaşım politikaları (4 şeritli otoyollar vb.) pazar politikaları, mera ve otlakların özelleştirilmesi, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi vb. bir çok politika ve uygulama bu krizin nedenidir. Bu nedenle de şirket kontrolündeki gıda sisteminden ve “gıda krizi”nden kurtuluşun, sağlıklı gıdaya erişimin yolu aynı zamanda bütün bu politikalara karşı bütünlüklü bir dayanışmayı ve mücadeleyi örebilmekten geçer.
Şirketlerin gıdayı dolayısıyla da tarımsal üretimi kontrol etme çabalarının sonucu olan “Gıda Krizi” nden çıkışın yolu gelecek toplum projelerinin nüvelerini taşıyan toplumsal muhalefet hareketini / Gıda Egemenliği hareketini yaratabilmekten geçer. Gerek üretici kooperatifleri, gerekse de tüketici kooperatifleri böylesine bir toplumsal muhalefet hareketine/Gıda Egemenliği hareketine katkı koyabildikleri ve onun büyümesine yardımcı olabildikleri ölçüde de anlam kazanırlar.
Bu nedenledir ki Dünyayı ve kapitalist sistemi değiştirme iddiasında olanların “gıda krizine çözüm” önerilerinin kooperatifleşme ile sınırlı kalması demek sorunu kavrayamayıp düzenin (kooperatif yasalarının) izin verdiği sınırlar içinde mücadele yürütülmesi demektir.
Gelecek toplum projelerinin nüvelerini taşıyan toplumsal muhalefet hareketi / Gıda Egemenliği hareketi yaratmak ve “gıda krizleri”ni engellemek isteyenler örgütlenmesi gereken farklı seçeneklerden sadece birisi olarak katılımcı, demokratik kooperatifçiliği savunmalıdır.