Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri Kazdağları’nda nöbet tutan bir aile ile devam ediyor;
Kazdağları’nda 10 günlük nöbetimde tanıştım Burcu, Besim ve Sanrı ile. Hala içimi tuhaf bir iyimserlik kaplıyor onların varlığını düşününce. Yaklaşık 10 aydır yaz-kış demeden, her türlü baskıya göğüs gererek direnmeye devam ediyorlar… Direniş alanlarına aileler geldikçe “iyimserlik iradesi” ile dolmamak, umutlanmamak elde mi?
“Ekolojik sorunlar konusunda aktivistlerinin ve entellektüellerin sorumluluğu olarak görülen şeylerin aslında her iyi kalpli insanın sorumluluğu olduğunu unutmamalıyız ve herkese hatırlatmalıyız. Direniş alanlarının daha çok aktif desteğe ve kamu oyuna ihtiyacı var” (Besim)
“Toplum hayatına ortak bir bakış, birbirini gözetme, koruma, şefkat gibi etik değerler toplumda gelişemiyor, geliştirilemiyor, çok fazla üreyip, yok ettiğimiz için belki de..” (Burcu)
Söyleşi: İsmail Akyıldız / 18 Temmuz 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi
Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?
Burcu Tarihsel birikimini çok bilmiyorum. Gördüğüm kadarıyla düşünceler üretilmiş ve birçok kitaplar yazılmış. Eylemler, etkinlikler yapılmış, politikaya girilmiş ve zorbalık olmadan yaşayan topluluklar oluşmuş. Ekolojiye dost teknolojik tasarımlar üretilmiş. Ama gelenekler o kadar güçlü ve insan, hayvan sevmezlik, dinsel ritüeller o kadar güçlü ki her gün yeniyi yaratmamak, gerçek sorunları görmezden gelmek, ezbere yaşamak o kadar kolay ki acı çekmek kaçınılmaz oluyor. Yani özetle nasıl bir dünyada yaşıyoruz farkında değiliz.
Bugüne kadar ekoloji hareketinin birikimi bence milyonlarca üyesi olan bilimsel kuruluşların bilgilendirmelerine göre anlaşılabilir. Hiçbir ekolojik oluşum ve düşüncesi çok büyük oranda kapsayıcı ve etkili olamamış. Keşke böyle bir birlik olabilseydi. Sanayinin 19. yy’dan sonra insanı, hayvanı, toprağı iyice ezmesine rağmen karşılaştığı direnç büyük olmamış, ezilme büyük olduğu halde parça parça direnç gösterilebilmiş… şimdi de etkinlikler üzerinden örgütlenip birleşip ayrılınıyor gibi…Toplum hayatına ortak bir bakış, birbirini gözetme, koruma, şefkat gibi etik değerler toplumda gelişemiyor, geliştirilemiyor, çok fazla üreyip, yok ettiğimiz için belki de..
Besim Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi ekolojik ve ekonomik krizlerin derinleşmesine karşı bir etik tavrın olgunlaşması olarak düşünülebilir. Böyle bakınca ekolojik sorunlara çözüm üretebilme kapasitesi kısıtlı olan bir birikimden söz edebiliyoruz. Bilimsellikten ve ekolojik değerlerin üretiminden büyük ölçüde uzak bir yaşam kültürümüz var. İhtiyaç duyduğumuz ekolojik etiğin ne olduğu konusunda tam olarak net değiliz. Hayatta kalmak için etik anlamda yeterince fit olup olmadığımızı bilmiyoruz. Yerel dayanışmaya ve bilgi birikimine olan ihtiyacın farkındayız ama gündelik dilimizin bu ihtiyaçları karşılayabilecek eleştirel etkinliği üretemediğini görüyoruz. Kendimizi hangi olanaklı senaryolarda bulacağımızı bilmiyorken biliyormuş gibi davranmak bize zaman kaybettiriyor. Toplumun giderek daha az şeffaf hale gelmesi gündelik dilde yürütebilmemiz gereken ödev mantığını ustaca kullanamadığımızı gösteriyor.
Ekolojik hakikatlerin gündelik yaşamımızda bir yeri olmalı. Ne ürettiğimize, ne tükettiğimize dikkat etmeliyiz. Bir ideal olarak kendi ekonomik üretimini yapabilecek yetkinlikte olan ekoloji hareketlerinden söz edilebilir. Ancak gündelik gerçekliğimizde gördüğümüz şey genel olarak vasat bir ekoloji mücadelesi içinde olduğumuzdur. Böyle olması çok mu kötü? Bunu aslında bilmiyoruz. Etik tavrımızın ve yaşam kültürümüzün neye doğru evrileceğine bağlı olarak uzun vadede büyük kazanımlar da elde edebiliriz.
Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/oynar mı? Salgın hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşullarin avantaj ve dezavantajları nelerdir?
Burcu Bu salgınla dünyada büyük değişikliklerin merkezden yapılabildiğini bir kez daha gördük. Yani dünya devletleri istese fabrikalar durabiliyor, arabalar çalışmıyor yani fosil yakıt kullanılmıyor, sera gazları azaltılıyor… Bunu yaptıran da dünyadaki en küçük şeylerden biri virüs… Kirli hava da öldürüyor ama yavaş yavaş, bu hızlandırılmışı gibi. Sanki doğa başımıza gelecekleri örnekliyor. Bence insanlar neden ve nasıl yaşadığımızı ve yoksulluğu, yoksunluğu, kendisini kurtarsa da ekosistem kurtulmadığında kendisinin de uzun vadede kurtulamayacağını ve insan faaliyetlerini azalttığı zaman doğanın kendini yenileme sürecinin çok çabuk başladığını gördü. Bunlar da ekoloji hareketini insanların daha çok anlamasını, destek vermesini ve geliştirmesini sağlayabilir.
Dezavatajı yanyana gelmenin güçleşmesi, toplantıları, festivalleri, ekolojiyi anlatan sanat, kültür ve kitlesel etkinlikleri zorlaştırması. Bu süreçte dijital olanaklar daha çok kullanıldı; kameralı çoklu toplantılar, canlı yayınlar, konserler, performanslar, yoga, eğitim, müze gezmek gibi faaliyetler de sanal ortamda gerçekleşti. Aslında toplu hareket etmenin iletişimi güçlendirmek olduğu ve bunun da her an her yerden yapılabildiği anlaşıldı. Walter Benjamin’nin kült makalesi “Teknik Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı”nda şu manada dediği şeyi hatırlıyorum. İnsanlar teknolojiyi sistemin onların kullanmasını beklediği biçimin dışında kullandıklarında büyük bir güç elde edecekler diyordu. Sanırım internet ve yazılım bu güçlerden bir kaçı. Evde kalmak sosyal medya becerilerimizi geliştirdi, bizi yalnızken yakınlaştırdı. Üretim için vaktimiz çoğaldı ama kimimiz de çok sıkıldı ve aç kaldı. Sosyal yardımlaşma olmadan bir şey yapamadığımızı anladık.
Besim Korona virüsü salgını herkesin kendi kişisel tercihleriyle ilgili yeni öngörülere yol açmış olabilir. Söz konusu öngörülerin insanların yaşayışına nasıl etki edeceğini tahmin etmek zor da olsa bu konuda iyimserlik iradesi gösterebilmeliyiz. Başımızı felaket senaryolarından kurtarabilmemiz gerekiyor. Geçenlerde annemle telefonda konuşurken annem salgınla birlikte bir aydınlanma yaşadığından söz etti. Önem sırasıyla ilgili bazı şeyler değişmiş olmalı. İnsanlar kimi önemsedikleri şeylerin sandıkları kadar önemli olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşmiş olabilir. Kimileri bunu umursamayacaktır bile ama, kimileri de kendileri ve çevreleri için yeni olanaklar düşünmeye başlayacaktır. Doğru –ya da en azından yanlış olmayan– düşünceler öngörülemez bir biçimde çoğalabilir. Düşünceler de biyolojik yaşam çeşitliliğinin bir parçasıdır sonuçta. Yeter ki yok olmasınlar…
Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?
Burcu Türkiye’de de dünyadaki gibi para ve rekabet her şeyin önünde görüldüğü için bir parktaki ağaçların yok edilmemesini istemenin bedeli 12 kişinin canı kadar ağır. Türkiye de küresel iklim değişikliğini, kuraklığı fark edilir bir şekilde yaşıyor. Dünyaya ekonomik uyum sağlamanın bedeli olan santrallerin, fabrikaların kirliliğini de yaşıyor. Dünyadaki ekolojik kriz ekonomik krizle birlikte oluştuğu için Türkiye’nin doğal tarım yapamamasına, tohumlarını kısırlaştırmasına, kimyasallar kullanmasına sebep oluyor. Hayvancılıkta, balıkçılıkta da benzer şeyler…
TEİAŞ’ın resmi raporunda Türkiye’nin 2027’ye kadar enerji ihtiyacının olmadığı hatta fazla üretileceği görülüyor, öyleyse karbon salınımını arttıran santrallerden bazıları neden kapatılmasın? Yenilerini yapmak istemek sadece ekonomik büyümeyi istemek, zenginleşmeyi istemek ama ekolojiyi önemsememek oluyor. Paris antlaşmasına katılan ülke olarak Türkiye’nin de acilen karbon izini azaltmaya göre hareket etmesi gerekmiyor mu? Öyleyse enerji değil öncelikli problem. O yüzden nükleer santal gibi yapılmak istenen tüm santraller bir problem ve Türkiye’nin ekolojik sorunlarından biri olan biyolojik çeşitliliğin azalmasını arttıracak şeyler. İstihdam sağlıyor gibi gözükse de uzun vadede doğanın yoksullaşmasıyla insanın yoksullaşması arasında direk bağlantı var.
En büyük ekolojik sorun sanırım nüfus artışı. Bu hızla çoğalamayacağımız çok açık. Yaptıklarımızın sonucu, ekolojik yaşayamamamızın sonucu ise yoksulluk. İkinci problemi ormanların yokolması, arazi kullanımı ve kirlilikle ile habitatlarını kaybeden canlılar. Deniz canlıları büyük tehlike altında. Biyolojik çeşitlilik hiç olmadığı kadar hızlı azalıyor. Acilen doğal koruma alanları oluşturmalı, su kaynaklarını korumalıyız. Türkiye en güzel doğal yerlerini yağmalıyor, neden? Üçüncü problem doğrudan demokrasinin olmaması. Açık toplum olmaması. Baskı rejiminde yaşıyor olmamız. İstediğimizi konuşamıyor, söyleyemiyor oluşumuz. Ekonomi ekolojiden önemli görülüyor aynı başarılı olmanın sevmekten daha önemli gösterilmesi gibi.
Besim Çevre sorunlarıyla kalkınma modelleri arasındaki iktisadi gerilimlerin çözümlenmesi ve her iki konuda da adil yargılar geliştirilmesi gereken bir zamanda bunların görmezden gelindiği, yok sayıldığı ve anlamlarının manipüle edildiği bir toplumsal düzende yaşıyoruz. Azınlığın maddi zenginliğinin uzun vadede kimsenin çıkarına olamayacağını kavrayamamış bir zihniyetin tahakkümüne rağmen doğal zenginlikleriyle sosyal ekolojiyi besleyebilme potansiyeli olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Burada yaşayanlar bizler olduğumuz için de yüzde 80’i –belki de daha çoğu– orman olabilecekken sadece yüzde 30’u orman olan topraklardan, sulardan ve havadan bizler sorumluyuz.
Bunun yanında yıkıma, kötülüğe ve ekolojik krize rağmen –yaban hayatı korumak ve yaşam kalitemizi arttırmak adına– gezegenin birçok başka yerine göre daha elverişli doğa koşullarına sahibiz. Yaşadığımız topraklarda ekolojik yıkımın her türlüsünü görüyoruz. Bunlar arasında bir önem sırası kanımca durumdan duruma değişiklik gösterir. Yine de en çok önemsememiz gereken iklim krizi vb. sorunların kökeninde çevre bilincinden yoksun olmamızın yattığını düşünüyorum. Bilim inkarına varan yanıltıcı ve eksik bilgilenmeler, medya etiğinin karaktersizliği, yerel kurumların sağlıksız işlemesi vb. hep bu yoksunluktan ileri geliyor gibi görünüyor.
Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?
Burcu Ekoloji hareketi devletlerce kabul edilip politik anlamda küresel olarak eyleme geçilmediği her an dünyanın geleceği ve yaşam için vakit kaybı. Kitleler liderlerinin değismesini, ekolojiye dost politikalar geliştirmesini istemelidir. Ekoloji mi ekonomi mi hangisi öncelikli diye kavgaya tutuşmak ekonomiyi haklı gösterse de ekoloji olmadan yaşam olamayacağından ikisi birlikte ve ekoloji öncelikli gitmek zorunda çünkü başka bir gezegen yok.
Bence ekolojistler kimseyle kavga etmemeliler, anlaşmaya ve çözüm üretmeye çalışmalılar. Devletleri eleştirmek önemli ama yürümek yerine araba kullanmayı tercih eden, yerli bakkal yerine market kullanan, ikide bir plastik tüketen topluma ayak uyduran herkesin sorumluluğu bu. O yüzden sadece kızarak sihirli bir hareketle herşeyin değişmesini beklememeliyiz. Devlet ve biz, ekolojistler ve olmayanlar, parayı sevenler ve sevmeyenler, kürt ve türk, iyi ve kötü insan diye toplumu ikiliklere ayırmamalıyız. Aynı gemide gidiyoruz.
Öncelik bence politikaları değistirmek için çaba harcamak olmalı çünkü ancak böylece küresel etki yaratabiliriz, bu da ihtiyacımız olan şey. Karbon izini azaltarak gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz. Eskisi gibi iş yapmaya, para kazanmaya devam edecek kaynak kalmadı.
Politikaları nasıl değiştireceğiz? Nüfus planlaması yapmak için ne yapacağız? Bence eğlenceli olmalı tüm yaptıklarımız. Eğlenceli bir toplum yaratmalıyız. Gelecek senaryolarımızı çoğaltmalı, az şeyden çok şey elde etmek için yaratıcılığımızı arttırmalıyız. En yaratıcılar da çocuklar. Onları özgür yetiştirmeyi, insanların ekoloji konusunda bilinçlenmesini sağlamak için ortamlar yaratmayı hedeflemeliyiz. Eylemliliklerimizi gönüllü olarak arttırmalı, akıllıca düzenlemeli ve ormanları arttırmalıyız. Ekolojiye dost olmayan politikalara oy vermek mantıksız bir insan olmanın göstergesi ve bu bilinir ve anlaşılır hale gelmeli.
Besim: Bilgi paylaşımı ve yerel dayanışma artacaktır. Ortak karar alabilme becerilerimiz gelişecektir. Yerel kurumlarla ve ekoloji hareketleriyle kurduğumuz ilişkiler çeşitlenecektir. Gündelik bilgi birikimimiz ile bilimsel bilgi birikimimizi iyi yorumlayabilmemiz gerekiyor. Kimin kim olduğu konusundaki bilgimizin yüksek bir düzeye ulaşması gerekiyor. Yönelimin de bu yönde olacağını düşünüyorum.
Farklı konularda ne yapmalıyız sorusunun yanıtı neyi nasıl yapabileceğimizden er ya da geç çıkacaktır. Önümüzde alternatif çözümlerin azalacağı uzun bir kriz dönemi var gibi görünüyor. Yani yolumuz daralıyor. Tabii ne kadar daralırsa daralsın bunun bir sırat köprüsü olmadığını unutmamalıyız. Hatalara ve hatta çelişkilere bile yer açan bir esneklikte düşünebilmemiz gerekiyor ki deneme yanılmalarla da öğrenebilelim. Ne de olsa çok deniyoruz ve çok yanılıyoruz.
Seçeneklerimiz azalırken deneme ve yanılmalara açık bir şekilde düşünmek doğal olarak kolaylaşacaktır. Ancak yaratıcı da olmak zorundayız. Ekolojik hakikatlerin türlü şekillerde çarpıtılmasına ve manipüle edilmesine karşı mücadele etmeliyiz. Yıkımın boyutlarını görünür ve anlaşılır kılmak için çabalamalıyız. Tabii eleştirel etkinliklerimizi yürütürken bunu özeleştiri ile birlikte yapabilmeliyiz.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Besim Şunu eklemek isterim: Ekolojik sorunlar konusunda çevre aktivistlerinin ve entellektüellerin sorumluluğu olarak görülen şeylerin aslında her iyi kalpli insanın sorumluluğu olduğunu unutmamalıyız ve herkese hatırlatmalıyız. Direniş alanlarının daha çok aktif desteğe ve kamu oyuna ihtiyacı var.
Kendinizi kısaca tanitabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?
Burcu Gündüz 1978 Balıkesir doğumluyum. Eşim ve 6 yaşında oğlum var. Gezi parkında kaldım ve Kaz Dağları direnişinin bir parçasıyım. Ailemle birlikte çadırlı direnişte 9 ay kaldık. Alanda çektiğim videoları Vasat Aktivistler adında bir Youtube kanalında paylaşıyorum.
Besim Karakadılar 43 yaşındayım. Evliyim. Eşimle 6 yaşında bir oğlumuz var. Bir şehir hakkı ve toplumsal ekoloji savunması olarak gördüğüm Gezi Parkı direnişinin ve bir çevre hakkı ve ekosistem savunması olarak gördüğüm Kaz Dağları direnişinin parçası oldum. Eşimle birlikte 3 Haziran’dan 15 Haziran’a kadar Gezi Parkı’ndaydım. Eşimle ve oğlumla birlikte Ağustos 2019’dan Nisan 2020’ye kadar Çanakkale-Çan yolu üzerinde bulunan Balaban mevkiindeki nöbet alanındaydım.
Su Baraka