Erhan İçöz ile Söyleşi: “Ekolojiye duyarlı kesim için hiçbir durum olumsuz bir etki yaratmaz”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşilerimiz EGEÇEP Yürütme Kurulu ve bilim kurulu üyesi Erhan İÇÖZ ile devam ediyor; “Ekoloji hareketleri, her şeyden önce birlikte hareket edebilme becerilerini geliştirmelidir. Bu amaca yönelik olarak bir kaç örgütlenme denemesi, ne yazık ki yeterli olamamıştır. Dar grupçu anlayışlar, her zaman yönetimde ben olayım davranışları, ben olmazsam örgüt geri kalır türünden yaklaşımlar, çok önemli olan bu hareketlerin kısırlaşmasına neden olmuştur. Oysa olması gereken, ast-üst ilişkisi yaratılmadan, her örgütün her bireyin eşit bir anlayışla ve karşılıklı dayanışma kültürüyle hareketin içerisinde yer almasıdır. Ancak o zaman herkes, her örgüt, kendisini mücadelenin bir parçası-öznesi olarak algılayıp katkıda bulunur.”

Söyleşi: Muzaffer Asma / 19 Mayıs 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Türkiye’de yeşil hareket ya da o zamanki söyleyişle çevre hareketlerinin tarihi çok da eskiye dayanmıyor. 68 kuşağı, hem çevre hem siyasi duyarlıkla doğaya sahip çıkmakta idi. Bu çerçevede Avlan Gölü’nün kurutularak toprak ağalarına peşkeş çekilmesine karşı eylemler yapılmıştı. Yine aynı dönemde, Bafa Gölü ağalarının, Bafa Gölü’nü sömürmek amacıyla köylülere yaptığı baskılara karşı da eylemler yapılıyordu. Bu gibi eylemlerin, çevre duyarlılığı olmakla birlikte aslında siyasi tarafı da ağır basıyordu. Diğer yandan, toplumsal duyarlılığın henüz oluşmaması, bu hareketlerin münferit çıkışlar olarak kalmasına neden oluyordu.

60’li yıllarda, İzmir- Aliağa’da kurulan petrokimya (PETKİM) tesislerine ve 70’li yıllarda Yatağan Termik Santraline karşı TMMOB tarafından gerçekleştirilen halkı bilgilendirmeye yönelik çalışma ve eylemler de ilk çevre eylemleri olarak sayılabilir. Ama doğrudan çevre eylemi sayılabilecek en kapsamlı ve sonuç getirici eylem, Gencelli’de kurulmak istenen termik santrale karşı 1989’da İzmir’den Gencelli’ye kadar oluşturulan insan zinciri eylemidir. Bu eylem, orada kurulması planlanan termik santraline karşı gerçekleştirilmişti ve o zamanki İzmir Belediye Başkanı Yüksel Çakmur’un büyük desteği olmuştu. Bu termik santral projesi, halkın karşı çıkması sayesinde mahkemece durdurulmuştu. Bu da toplumsal karşı çıkışın, mahkemelerin kararlarında ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.

Çevre hareketlerinin yaygınlaşması ise kuşkusuz Bergama Köylü Hareketiyle olmuştur. Ülke zenginliği sanılan altın madenlerinin, çevreye ne kadar zararlı olduğunu, canlı sağlığı için tehlikelerini öğrenen Bergama köylüleri, sivil direnişe başlamıştı. Bu direniş, anında sivil toplum örgütlerinde karşılık bulmuş, TMMOB İzmir İKK önderliğinde “İzmir-Bergama ELELE hareketi” oluşturularak, köylülere destek verilmiş ve eylemlerin yaygınlaştırılması sağlanmıştı. O zamanki Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın özverili desteklerini de anmadan geçemeyeceğim. Bu iki direniş öyküsü, yerel yönetimlerin önemini de göstermektedir.

Bu eylemler, tüm ülkede ve hatta dünyada yankı bulmuş, Türkiye için bir çeşit çevre miladı olmuştur. İzmir-Bergama ELELE hareketi, daha sonra bir çok çevre/ekoloji hareketi, örgüt ve eylemlerine esin kaynağı oluşturmuştur. Başlangıçta büyük başarılar sağladığımız ve 70’ten fazla dava kazandığımız halde, Bergama Ovacık altın madeni, gizli bir hükûmet kararnamesi ile çalışmaya başlatıldı. Diğer yandan, Bergama direnişçi ve avukatlarının Alman vakıflarından para alarak direniş yaptığı yalanı etkili olmuş, kitlelerde yarattığı ikircik, direnişin zayıflamasına neden olmuştur. Böylece, ülke genelinde mantar gibi altın madenleri açılmış ve çok geniş doğa parçaları, kalıcı olarak kirletilmiştir. Ancak, ELELE hareketi de bu altın madenlerine karşı direnişin ülke çapında yaygınlaşmasına öncü olarak, madencilerin rahatça at oynatamamasını sağlamış, kısmi başarılarla bazı madenlerin işletilememesini sağlamıştır. Bu hareketin diğer bir başarısı ise vahşi madenciliğin kısmen de olsa doğaya daha az zarar verecek şekilde işletilmesini sağlamasıdır.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundupumuz koşulların avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Gerçek anlamda çevreye/ekolojiye duyarlı kesim için hiçbir durumun, olumsuz bir etki yaratmayacağını düşünüyorum. Evet, bu pandemi koşullarında kitlesel eylemler gerçekleştirebilme olanağımız yok. Ama aktivistler, hemen yeni duruma adapte olmuş ve sanal alemde eylemler yapmaya başlamıştır. Bu kapsamda, her gün en az bir adet gerçekleştirilen sanal paneller, toplantılar, konferanslar örgütlenmekte, çok sayıda izleyici ve katılımcı bulmaktadır. Çevre/ekoloji örgütleri, sanal iletişim toplantılarıyla, aralarındaki iletişimin kopmamasını sağlamış; Facebook, Twitter, Instagram, belki de eskisinden daha fazla bilgilenebilinmesini sağlamıştır. Instagram gibi sanal medya, hiç olmadığı kadar hareketli. İmza kampanyaları, sanal eylemler yapılmakta. Doğa talancısı şirketlere dokunmayan iktidar ise sanal alemi denetim altına alabilmenin yollarını araştırıyor.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Bu soru, Türkiye’nin diğer ülkelerden bağımsız olduğu şeklinde algılanabilir. Dünyanın bir parçası olan ülkemiz de küresel ekolojik krizden payını alıyor. Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye, tüm doğal kaynaklarını, yerli/yabancı şirketlerin talanına açmış, pandemi koşullarından da yararlanarak doğal varlıklarımızın talanını hızlandırmıştır.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Ekoloji hareketleri, her şeyden önce birlikte hareket edebilme becerilerini geliştirmelidir. Bu amaca yönelik olarak birkaç örgütlenme denemesi, ne yazık ki yeterli olamamıştır. Dar grupçu anlayışlar, her zaman yönetimde ben olayım davranışları, ben olmazsam örgüt geri kalır türünden yaklaşımlar, çok önemli olan bu hareketlerin kısırlaşmasına neden olmuştur. Oysa olması gereken, ast-üst ilişkisi yaratılmadan, her örgütün her bireyin eşit bir anlayışla ve karşılıklı dayanışma kültürüyle hareketin içerisinde yer almasıdır.

Ancak o zaman herkes, her örgüt, kendisini mücadelenin bir parçası-öznesi olarak algılayıp katkıda bulunur. Ancak o zaman, herhangi birimize yapılan saldırıyı, tüm bileşenler kendisine yapılmış gibi algılayıp tepkisini gösterir ve çok daha etkili sonuçlar alınır. Aksi durumda, benim grubuma bir saldırı yok nasılsa deyip duyarsız kalınabilmektedir. Bu kısır anlayışlar mutlaka aşılmalıdır.

Kurucuları arasında yer aldığım EGEÇEP olarak, hiyerarşik olmayan, yatay ve şeffaf bir örgütlenme modelini benimsemiş bulunmaktayız. Mücadelelerimiz, bilimsel temellere dayalı, hukuka önem veren, toplumsal mücadeleyi yükseltmeyi önemseyen ve yerellerin önemini kabul eden anlayışlarla sürdürülmektedir.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Ben, Jeofizik Y. Mühendisiyim. 68 kuşağındanım ve o tarihten bu yana hem sol siyasete hem de çevre konularına duyarlıyım. Gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum.

Siyaseten içinde yer aldığım örgütlenmeleri bir yana bırakarak, mesleki ve çevre sorunlarıyla ilgili kısa geçmişimi anlatmaya çalışayım.

Yukarıda sözünü ettiğim ilk çevre hareketlerinin içerisinde, TMMOB üyesi pasif bir katılımcı olarak yer aldım.

TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odasının İstanbul şubesinin ve İzmir şubesinin kurulmasında aktif olarak görev aldım. İzmir şubesinin bir kaç dönem yönetim kurulu üyeliği ve bir dönem de başkanlığını yaptım. Bu dönemde, İzmir Bergama ELELE hareketinin aktif bir katılımcısı oldum. 1989 yılında gerçekleştirilen İzmir- Gencelli insan zinciri eylemine katıldım. TMMOB tarafından örgütlenen hemen tüm çevre eylemlerinin katılımcısı oldum.

2005 yılında kurulan EGEÇEP’in (EGE ÇEVRE VE KÜLTÜR PLATFORMU) kurucuları arasında, Jeofizik Mühendisleri Odası adına yer aldım. Bir dönem bu örgütün temsilcisi ve aralıklı olarak bir kaç dönem yürütme kurulu üyeliği yaptım. 2005’den bu yana, EGEÇEP’in sayısız eyleminde yer aldım.

Katıldığım başlıca mücadele alanları olarak, altın madenleri, suyun ticarileştirilmesi, termik santraller, kıyı yağmaları, Allianoi’nin ve Hasankeyf’in baraj suları altında bırakılması, balık çiftlikleri, JES’ler, Nükleer santraller, Aliağa’daki kirlilik, Tehlikeli Gemi Sökümü, düzensiz katı atık depolanması sayılabilir. Halen EGEÇEP Yürütme Kurulu ve Bilim Kurulu üyesiyim. Çeşitli çevre sorunları konusunda, çok sayıdaki panelde konuşmacı olarak yer aldım. Bu panel ve konferansların önemli bir bölümü, doğrudan mücadele alanlarındaki yerel halk için gerçekleştirilmiştir.

Ekoloji mücadelesi anlayışım, her birey ve her örgüt, mücadelenin eşit bir parçası olmalıdır şeklinde özetlenebilir. Kesinlikle hiyerarşik bir yapılanma olmaması gerekir. Ayrıca, örgütlerin başkanlık sistemi ile değil sözcülerle temsil edilmesi gerekir. Sözcülerin ve yürütme kurulu üyelerinin de en çok iki yıl görev yaptıktan sonra görevi devretmesi, hiyerarşik bir yapı oluşmasını önler düşüncesindeyim.

Share.

About Author

Leave A Reply