Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi’nin “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri Kazdağı Koruma Derneği başkanı aynı zamanda Ekoloji Birliği eş sözcüsü ekofeminist Süheyla Doğan ile devam ediyor.
“Tokat’ın Erbaa İlçesi’nde 1957 yılında doğdum. Babam Köy Enstitüsü mezunu, annem evde çalışan kadındır. Liseyi Robert Kolej’de, üniversiteyi ODTÜ İnşaat Mühendisliği fakültesinde okudum. Bir kızım ve bir torunum var. Evliyim. Ankara ve Antalya’da kamuda çalışıp emekli oldum… Ekofeministim. Dünyayı ekofeministlerin kurtaracağına inanıyorum.”
“Ekoloji hareketi emek ve demokrasi ve kadın hareketi ile bir araya gelmenin yollarını daha fazla aramalıdır ve arayacaktır. Kurtuluşun tek başına olmadığı ortadadır. Emeğin de, doğanın da kadının da aynı erkek egemen sistem tarafından sömürüldüğü gerçeğinin ekoloji hareketi içerisinde daha fazla konuşulur olması ve bu konuda somut adımlar atılması gerekmektedir.”
“Salgın hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurmuştur. Tepkisel bir ekoloji mücadelesinden çok ekolojik bir yaşamı savunma ve deneyimleme konusunda niyet ve girişimler daha da artmıştır. Evde ekşi mayalı ekmek yapanlar, doğal peynir mayası arayanlar, balkonlarında sebze yetiştirmeye başlayanlar, yerel tohum peşinde koşanlar, sahip oldukları boş tarlaları ekip biçmeye bağlayanlar, tüketim alışkanlıklarını sorgulayanlar, sadeleşmeyi savunanlar artmış ve bu konular daha da tartışılır hale gelmiştir. Marketlere ulaşımın sıkıntılı olduğu bu dönemde gıda ile ilgili aracısız doğal ürün ağlarının ve yerel üreticilerin önemi daha da iyi anlaşılmış ve bu konudaki arayışlar artmıştır. İçinde bulunulan koşulların en olumsuz yanı alanlara çıkamamak olsa da kitlelere ulaşmada daha yaratıcı teknikler kullanılarak istenilen etki yaratılmıştır“
“Birlik, Mücadele, Yaşam ve Dayanışma diyorum”
Söyleşi: İsmail Akyıldız / 30 Mayıs 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi
Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?
Bugünkü ekoloji hareketinin şüphesiz bir tarihi birikimi var. 60’lı yıllarda siyasi hareketler tekil de olsa yerel çevresel sorunlara sahip çıkmışlardır. Daha sonraki yıllarda Yatağan Termik Santralı’na ve ardından Kemerköy Termik Santralına karşı verilen mücadeleler önemli bir birikim yaratmıştır.
90’lı yıllarda ise Cerattepe ve Bergama Altın Maden’lerine karşı yerellerde yükselen mücadelenin meslek odaları ve sivil toplum örgütlerince de desteklenmesi ve ülke çapında desteklenmesi ve yaygınlaşması ile ekolojik mücadele daha etkili olmuştur. Yine 90’lı yılların sonunda Akkuyu Nükleer Güç Santralı’na karşı yapılan kampanyalar ekoloji hareketine ivme kazandırmıştır. 2000’li yılların başından itibaren Kazdağları’ndaki altın madeni projeleri ve termik santrallara karşı verilen mücadele hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunda geniş yankı ve destek bulmuştur. Bazı mücadeleler zaman zaman yenilgiye uğramış olsa da önemli bir birikim yaratmıştır. Altın madenciliği, termik santrallar ve nükleer santrallara karşı verilen mücadelelerin yanı sıra özellikle Karadeniz Bölgesi’nde ve ardından da Akdeniz Bölgesinde HES’lerin ortaya çıkışıyla mücadele daha da geniş bir satha yayılmıştır. Bir dönem yenilenebilir enerji kategorisinde değerlendirilen ve savunulan RES’lerin ve ardından JES’lerin Aydın’da, Manisa’da, Karaburun’da, Çeşme’de ortaya çıkışı ve yol açtıkları ekolojik yıkımlar mücadele alanını daha da büyütmüştür. Biyogaz santrallarına, vahşi çöp depolama alanlarına, balık çiftliklerine, sit alanlarının yağmalanmasına karşı verilen mücadeleler de ekolojik yıkımın çeşitliliğini göstermiştir. Birinci Boğaz Köprüsünden başlayarak, 2., 3. Köprüler, Çanakkale Köprüsü, 3. Havalimanı ve şimdi de Kanal İstanbul gibi mega projelere karşı ağırlıklı olarak kentlerde verilen mücadeleler kır ve kenti birleştirmiştir. Gezi direnişi ile de ekoloji mücadelesi toplumun her kesimi ile kucaklaşmış, hareket ülke çapına yayılmış, barışçıl ve yeni ve yaratıcı bir dilin ekoloji hareketi için ne kadar da önemli olduğu daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Bu mücadeleler içinden çeşitli yerel örgütler, dernekler, platformlar doğmuş, Yeşil Parti, Yeşil ve Sol Parti gibi siyasi partiler kurulmuştur. Bazı siyasi partiler de ekoloji meclisleri kurarak ekoloji konusunda daha fazla kafa yorar hale gelmiştir. İki yıl önce de Türkiye çapında ekoloji örgütleri ve yerel hareketler bir araya gelerek Ekoloji Birliği’ni kurmuştur. Türkiye’nin dört bir yanından 63 bileşeninin olduğu Ekoloji Birliği, ekoloji hareketinin daha da gelişmesinde önemli bir işlev üstlenecektir.
Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/oynar mı? Salgın hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşulların avantaj ve dezavantajları nelerdir?
Koronavirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi açısından olumlu bir rol oynamıştır. Alanlara çıkılamaması nedeniyle hareket içindeki eski kuşak mecburen iletişim için daha önce özellikle gençlerin kullandığı ve aşina olduğu sosyal medya olanaklarından yararlanmayı öğrenmek ve kullanmak durumunda kalmıştır. Belki de eskisinden daha fazla oranda bir iletişim ve haberleşme olanağı bulunmuştur. Sanal toplantılar, webinarlar sayesinde sayesinde daha az karbon ayak izi ve daha az zaman kaybı ile bilgiye erişim ve işbirliği ve dayanışma sağlanmıştır. Koronavirüs salgını, ormansızlaşmanın yabanıl hayat üzerindeki olumsuz etkisi gibi çıkış nedeni ile de ekolojik dengenin ne kadar önemli olduğu konusunda kamuoyunda da önemli bir farkındalık yaratmıştır. Artık toplumda daha fazla kesim ekolojik denge, iklim krizi gibi konularda konuşur olmuştur. Ekolojik yıkım etkilerinden kısmen de olsa daha az etkilenmek için kırsalın, tarımsal üretimin, gıda adaletinin, dayanışma ağlarının ve örgütlenmenin ve ekolojik bir yaşamın önemi daha fazla konuşulur ve tartışılır hale gelmiştir. Salgın hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurmuştur. Termik santrallar ve hava kirliliğinin kovid-19’un etkisini arttırdığına dair ortaya çıkan bilimsel çalışmalarla termik santrallara karşı tepkiler daha da artmıştır. Ormansızlaşmaya yol açan projeler daha da dikkatleri ve tepkileri çeker olmuştur. Tepkisel bir ekoloji mücadelesinden çok ekolojik bir yaşamı savunma ve deneyimleme konusunda niyet ve girişimler daha da artmıştır. Evde ekşi mayalı ekmek yapanlar, doğal peynir mayası arayanlar, balkonlarında sebze yetiştirmeye başlayanlar, yerel tohum peşinde koşanlar, sahip oldukları boş tarlaları ekip biçmeye bağlayanlar, tüketim alışkanlıklarını sorgulayanlar, sadeleşmeyi savunanlar artmış ve bu konular daha da tartışılır hale gelmiştir. Marketlere ulaşımın sıkıntılı olduğu bu dönemde gıda ile ilgili aracısız doğal ürün ağlarının ve yerel üreticilerin önemi daha da iyi anlaşılmış ve bu konudaki arayışlar artmıştır. İş yerlerinin kapanması ve kirletici sektörlerin de kapatılması talebi sırasında adil dönüşüm konusunda daha fazla düşünülmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. İçinde bulunulan koşulların en olumsuz yanı alanlara çıkamamak olsa da kitlelere ulaşmada daha yaratıcı teknikler kullanılarak istenilen etki yaratılmıştır.
Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?
Küresel ekolojik kriz ülkemizi de tüm dünya ile benzer bir şekilde etkilemektedir. Altın/metalik madencilik, kömür madenciliği, termik santrallar, köprü, havaalanı, kanal İstanbul gibi katil mega projeler, orman yangınları, HES’ler, JES’ler, RES’ler, endüstriyel tarım ve hayvancılık, balık çiftlikleri, biyogaz santralları, vahşi çöplükler, otoyollar, aşırı yapılaşma, arıtma tesisi olmayan sanayi tesisleri, dere ıslahı adı altında derelere yapılan yanlış projeler, korunan alanlara yapılan müdahaleler, endüstriyel plantasyon/gençleştirme vb nedeniyle yapılan ağaç kesimleri gibi proje ve faaliyetler sonucu; ormansızlaşma, havanın, yeraltı ve yerüstü sularının, toprağın kirlenmesi, tarım alanlarının kaybı, kuraklaşma, çölleşme, aşırı yağış, sel, tufan, tayfun, hortum gibi aşırı iklim olayları, termik santraların yarattığı karbon salımı nedeniyle sera gazı etkisinde artış, suyun azalması, orman yangınları, tarımsal gıda üretiminde azalma gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?
Ekoloji hareketi emek ve demokrasi ve kadın hareketi ile bir araya gelmenin yollarını daha fazla aramalıdır ve arayacaktır. Kurtuluşun tek başına olmadığı ortadadır. Emeğin de, doğanın da kadının da aynı erkek egemen sistem tarafından sömürüldüğü gerçeğinin ekoloji hareketi içerisinde daha fazla konuşulur olması ve bu konuda somut adımlar atılması gerekmektedir. Hareketin yereller üzerinden yükselerek, birleştirilmesi ve dayanışma ağının aktif bir şekilde kullanımı zorunludur. Tüm ekoloji hareketleri bir araya gelmeyi başarmalıdır. Farklılıklarımızı zenginlik olarak görüp kimseyi ötekileştirmeden bir araya gelebilmeliyiz. Barışçıl bir dille, bilimsel gerçekliklerden yola çıkarak, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeterek, türcülüğü, militarizmi, cinsiyetçiliği, ırkçılığı reddederek, çok katmanlı sömürüye karşı çıkarak mücadele etmeliyiz. Ekolojik yıkımlara karşı mücadele ederken yalnızca karşıtlık üzerinden değil, arzulanan ekolojik yaşamın inşaasına yönelik somut politikalar üretmeli ve hayata geçirilmesi için çalışmalıyız.
Kendinizi kısaca tanıtabilir mısınız? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?
Tokat’ın Erbaa İlçesi’nde 1957 yılında doğdum. Babam Köy Enstitüsü mezunu, annem evde çalışan kadındır. Liseyi Robert Kolej’de, üniversiteyi ODTÜ İnşaat Mühendisliği fakültesinde okudum. Bir kızım ve bir torunum var. Evliyim. Ankara ve Antalya’da kamuda çalışıp emekli oldum. Çanakkale’nin Nusratlı Köyü’nde yaşıyorum. Üniversite yıllarında dönemin siyasi hareketleri içerisinde yer aldım. 78 kuşağıyım. Daha sonraki dönemde çeşitli sivil toplum örgütlerinin kuruluşunda ve yönetimlerinde görev aldım: ODTÜ Mezunları Derneği Antalya Şubesi, Antalya Çağdaş Eğitim ve Kültür Vakfı, Antalya Kent Konseyi Kadın Meclisi, Kadınkurultayı gibi. Nusratlı Köyü’ne taşındıktan sonra köyde bir köy derneği kuruluşunda bulundum. Köy’de yaşayan kadınlardan oluşan Kazdağı Kadınları Kooperatif Girişimi’nin kurucusuyum. 2007 yılında Küçükkuyu yakınlarında ortaya çıkan bir altın madeni projesi üzerine de Kazdağı Koruma Girişimi Grubu’nun kuruluşunda yer aldım. Grubun 2012 yılında dernekleşmeye karar vermesi üzerine Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin kurduk. Halihazırda Kazdağı Koruma Derneği’nin yönetim kurulu başkanıyım. Aynı zamanda Ekoloji Birliği eş sözcüsüyüm. Diğer yandan kadın hareketi içerisinde de aktif olarak yer alıyorum. Bölgede Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması, ülke çapında da EŞİTİZ-Eşitlik İzleme Kadın Grubu içerisinde çalışıyorum. Ekofeministim. Dünyayı ekofeministlerin kurtaracağına inanıyorum.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Birlik, Mücadele, Yaşam ve Dayanışma diyorum!