Süleyman Eryılmaz ile söyleşi: “Yaşamı savunmanın ideolojisidir ekoloji!”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri Burhaniye Çevre Platformu ve Yeşil Sol Parti yürütme kurulu üyesi Süleyman Eryılmaz ile devam ediyor;

“Son yıllarda neredeyse tüm siyaset kurumları birden bire “çevreci” oluverdiler. Buradan ifade etmekte yarar var ekolojik yıkımlara karşı verilecek mücadele 19. Yüzyıl terminolojileri ile yapılamaz. Yeni söz gerekmektedir. Ve hiç kuşkusuz bu sözü yaşam savunucuları söylüyorlar. Tavsiyem tüm siyasetlerin bu hareketleri nasıl yönetirim, nasıl öncüleri ben olurum diye çabalamaktan vazgeçip ekoloji hareketleri içerisinde aktivist olarak yer almalarıdır.”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 15 Haziran 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eger yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir degerlendirme yapmanız mümkün mü?

Böyle bir birikimden elbette söz edebiliriz. 70’li yılların sonlarında  hem Dünya’da hem de bu topraklarda ekoloji hareketleri  ( koruma ve çevre hareketleri) ve Yeşil partiler ortaya çıkmaya başladı.  Türkiye’de de özellikle Foça’da Gencelli Termik Santral yapımına karşı 12 Aralık 1989 günü başlayan ve 6 Mayıs 1990 günü İzmir Konak’tan başlayan ve 50km insan zinciri ile Gencelli’ye ulaşan eylem Türkiye’deki en büyük çevre eylemi olarak tarihe geçmiştir. Sonuçta termik santral yapımından vaz geçtiren bu eylemde Yeşiller Partisi hem ciddi bir damga vurmuş hem de Türkiye’de yeşil hareketin görünür olmasını sağlamıştır. Ve elbette 1990 yılların başında filizlenen Bergama Altın Madeni Direnişi ekoloji  hareketlerini kitleselleştirmiştir. Bu direnişlerin ışığında önce çevre hareketleri yerel düzeyde ortaya çıkmaya başlamış, sonra da ülkenin her yerinde platform, hareket , dernekler oluşmaya başlamıştır. Bu hareketler önceleri “çiçek böcek” hareketleri diye küçümsenmiş, ciddiye alınmamıştır. Ancak bugün gelinen noktada söz konusu hareketler  endüstriyalizme karşı çıkan, kapitalizm karşıtı  topluluklar olarak karşımızdadır. Özellikle endüstri ilişkilerinin 19. yüzyıldaki gibi olmadığı değiştiği bir kapitalist sistemde artık doğa bir meta haline gelmiş/getirilmiş ve sömürü doğanın katledilmesine dönüşmüştür. Bu sömürü öyle büyük bir vurguna dönmüştür ki önü alınamazsa yaşam alanlarımız yok olacaktır. Ve bundan dolayıdır ki yaşamı savunmak, doğanın katledilmesine karşı çıkmak kapitalizmin karşısında yer almaktır. 

Koronovirüs salgini ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakimindan olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/oynar mı? Salgın hareketin güclenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundugumuz koşullarin avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Bu pandemi aslında yaşam savunucularının neye karşı mücadele ettiklerini somut olarak kitlelere gösteren kendisi olumsuz ama sonuçları itibarı ile olumlu bir olanak sağlamış durumdadır. Pandemi süresince özellikle hava kirliliği düzeyinin görece azalması, yabanıl yaşama  insanlar tarafından müdahale edilirse neler olacağının görülmesi, endüstriyalizmin yavaşlaması ile carbon salınımının azalması,  biz bir avuç yaşam savunucusunun canımızı dişimize takarak anlatmaya çalıştığımız şeyleri  kısa zamanda göstermiştir. Aynı zamanda pandemi yüz yüze toplantılara olanak vermediği için çevrim içi yapılan video toplantılar, konferanslar ve paneller ile ekoloji örgütleri arasında daha sıkı bir iletişim sağlanmış, yüz yüze  toplantılara gelmeyen/gelemeyen insanların bir araya gelmesi kolaylaşmıştır ( Umarım bu başka bir sorun yaratmaz. Tembellik vb.)

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugun ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Küresel ekolojik kriz elbette en başta iklim krizidir. Bu gezegenimizin en başta gelen ortak belasıdır. Dolayısı ile Türkiye’nin de en büyük krizidir. Diğer bütün ekolojik yıkımları bir öncelik sıralamasına sokmak bana göre yanlıştır. Hangi ekolojik yıkımı daha yakın ve yakıcı olarak yaşıyor ve ona karşı mücadele ediyorsak o bizim için birincidir. Hiçbir ekolojik yıkım bir diğerinden daha hafif ve önemsiz değildir, olmamalıdır. Yani Aydın Kuyucular ve Beyköy köylülerine JES’ler nasıl birincilse, Elbistan’da yaşayanlar için termik santraller birincidir. Mersin, Sinop’ta yaşayanlar için nükleer santraller birincil ise Diyarbakır halkı için Hewsel Bahçelerinin yok edilmesi birincildir. Büyükmenderes havzasında yaşayanlar için havzanın kirletilmesi birincil ise Madra Dağı’nda, Kozak Yaylası’nda, Kazdağları’nda, Efemçukuru’nda, Fatsa’da, Erzincan Çöpler’de, Uşak Kışladağı’nda yaşayanlar için metalik madencilik birincildir. Dolayısı ile bu topraklardaki her ekolojik yıkım birincildir ve karşısında olmak gerekir.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasil bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Ekoloji hareketi bundan sonra kendini tanımlarken artık bir ideoloji olduğunu belirtmelidir. Yaşamı savunmanın ideolojisidir ekoloji. Ekoloji hareketleri, kalkınma odaklı büyümeye, endüstriyalizme karşı olmayı, küçük, dayanışmacı ve çoğulcu olmayı hedefleyen bir topluma işaret etmelidir. Ve dolayısı ile ekoloji hareketleri  yeni bir düzen ve yeni bir siyaset çağrısı yapma cesaretini göstermelidir.  Burada şunu da belirtmek isterim; özellikle son yıllarda neredeyse tüm siyaset kurumları birden bire “çevreci” oluverdiler. Daha düne kadar “şirin çocukların yaptığı çiçek böcek işi “olarak tanımladıkları ekoloji mücadelesine sahip çıkmaya, en iyisini biz yaparız demeye başladılar. Kapitalizmin koç başı olan partiler bile seçim bildirgelerinde “çevreyi en iyi biz  koruruz” diye başlıklar açtılar, vaatlerde bulundular. Buradan ifade etmekte yarar var ekolojik yıkımlara karşı verilecek mücadele 19. Yüzyıl terminolojileri ile yapılamaz. O geride kalmış, köprünün altından çok su akmıştır. Yani duruma yeni söz gerekmektedir. Ve hiç kuşkusuz bu sözü yaşam savunucuları söylüyorlar, söylemeye de devam edeceklerdir. Tavsiyem tüm siyasetlerin bu hareketleri nasıl yönetirim, nasıl öncüleri ben olurum diye çabalamaktan vazgeçip ekoloji hareketleri içerisinde aktivist olarak yer almalarıdır.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Bana böyle bir olanak verdiğiniz için teşekkür ediyor ve gazetenize başarılar diliyorum.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Ben sendika kökenli bir arkadaşınızım. Kamu çalışanları sendika kurma çalışmalarında aktif olarak yer aldım ve Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası Kurucu Genel Sekreteriyim. 1991 yılından 2000 yılına kadar bu görevi yürüttüm. Daha sonra bazı siyasi partilerde yer aldım(ÖDP, EDP). Şimdi de Yeşil Sol Parti MYK üyesi olarak görev yapıyorum. Ekoloji mücadelesi ile öncelikle demiryolcu olduğum için demir yollarının ulaşım tercihleri içerisinde en az ekolojik yıkıma neden verdiğini görüp ve savunmaya başladıktan sonra tanıştım. 1996 yılında Bergama Altın Madeni Direnişi ve direnişçileri ile tanışmam bir bilinç sıçraması yaratmıştır bende. 2010 yılında İzmir’de EGEÇEP aktivisti oldum. Ve 2016 yılına kadar birkaç kez EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi olarak çalıştım. 2017 yılında Burhaniye’ye taşındım ve Burhaniye Çevre Platformu kuruluş aşamasında yer aldım ve halen BURÇEP Yürütme Kurulu Üyesi olarak görev yapıyorum..

Share.

About Author

Leave A Reply