Kaan Meriç ile Söyleşi; “Kazdağları mücadelesinin bölünmesi ortak amaçlarımıza değil ortak düşmanlarımıza hizmet eder!”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşilerimiz Kaan Meriç ile devam ediyor;

Özellikle son dönem ekoloji hareketinin yükselen değerlerinden biri Kaan Meriç. Kazdağları İstanbul Dayanışması’nın (KİD) kuruluşu toplantısında tanıdım kendisini. Yaratıcı fikirleri ve yüksek enerjisiyle dikkat çekiyordu. Bu potansiyelini aktif olduğu her yerde bonkörce ortaya koyuyordu, gerek direniş alanlarında gerek iletişim ağlarında. Yine de Kaan’ın en dikkat çekici yanı asla ayrıştıran, ötekileştiren bir tavır içinde olmamasıdır bana göre; Onu daima yapıcı, dayanışma ruhunu yücelten, ortaklaşmacı bir tutum içinde gördük. Cengiz Kazdağları’na geldiğinde tehlikenin fakına varıp bütün o yumuşak başlılığıyla yerel oluşumlarla irtibat kuranlar arasında yer aldığını gördük. Metni okuduğunuzda Kaan’ın ekoloji hareketinin teori ve pratiğini sağlıklı bir yaşama sevinciyle bütünleştirdiğini göreceksiniz. Var ol Kaan!

“Cephe bu kadar genişlemişken ve talan oyuncularının as takımı sahaya inmişken birlikte hareket etmeyi bir şekilde başarmalıyız. Birbirimizin alanını işgal etmeye, birbirimiz üzerine baskı kurmaya, domine etmeye değil, koordine olmaya, farklılıklarımızdan güç almaya çaba göstermeliyiz. Mücadelenin bölünmesi ortak amaçlarımıza değil, ortak düşmanlarımıza hizmet eder.”

“Boykot ve sivil itaatsizlik hala en etkin mücadele yöntemlerimiz. Bu alanlarda da giderek artan başarılı eylemlere tanıklık ediyoruz. Dünya ekoloji aktivistleri daha yakın ilişkiler kurmaya başladılar. Uluslararası boykotlar örgütlenmeye başladı. Teknolojiyi kullanan anarşist yapılar ciddi başarılar kazanıyor. Halklar uyanmaya başladı. Ekoloji eylemlerini artık her kıtada görmeye başladık. Kalıcı ve faydalı değişimlerin olacağına umudum ve inancım tam.”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 14 Ekim 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Ekoloji hareketlerinin Dünya’da ki çıkış ve gelişim süreçlerinin, ekonomi algısı ve pratiği ile kesin ve inkar edilemez bir ilişki bütünlüğü var. Basit anlamı ile ekonomi “bir insan topluluğunun ya da bir ülkenin, yaşayabilmek için üretme ve bunları bölüşme biçimlerinin ve bu eylemlerden doğan ilişkilerinin tümü”dür. Bu tanım temelde, yerleşik düzende sistemli üretim yapmaya başlayan insanın, üretim ve tüketim ilişkisini ve mülkiyet kavramını “değerleme” boyutunda tanımlamaya başlaması ile gelişen, “para” kullanımı ile de görece daha geniş, kural, düzenleme ve kanunlara bağlanan bir sisteme dönüşmesi sürecini de tanımlar.

Bu sürecin en önemli noktası “arz”ın bir pazar, pazarında piyasa yaratma sürecine dönüşmesidir. Piyasa yaratım süreçlerinde nerdeyse tüm değerlerin “şey”leştirilmesi, metalaştırılması, sosyolojik ve psikolojik değerlerin manipülasyonu sonucu da ağır yozlaşma ve tüketim kültürünün baskın ve belirleyici konuma gelmesi, oluşan denklemin doğal sonucudur. Bahsettiğimiz tanımların tümü manipüle edilmiş ihtiyaçlar neticesinde doğmuş, kurgulanmış ve teoriye aktarılmış süreçlerdir. Bu kısa tanımlama ve özetin en kilit noktası, bu düzeni var eden ihtiyaç tanımıdır.

İhtiyaç, yerleşik düzende faklı bir hayat, konfor ve üretim düzeni kuran insanın süreç içinde tanımlamaları ile dönüşmüş ve bir bilinç oluşturmuştur. Bu bilinç, sosyolojik ahlak normlarını şekillendirmiş, sınıf bilincini doğurmuş ve dönüştürmüştür. İhtiyaç yokluğu hissedilen şey olarak tanımlanabilir. Günümüzde yokluğu hissedilen pek çok “şey” ve durum söz konusudur. Günümüzde ihtiyaç da sadece temel ihtiyaçları tanımlamaz, toplumun ve ekonomik düzenin ihtiyaç olarak tanımladığı ihtiyaç modellerini de tanımlar. Statü, ihtiyaçların ve onlara ulaşabilmenin de bir durumuna dönüşmüştür. Entellektüel ve yetkinlik merkezli liyakat sistemi, günümüzde tüketim kapasitesi, satın alma gücü ile dönüşerek, dönüştüğü noktada daha belirgin ve tanımlanabilir hale gelmiştir. Çok kazanan, çok tüketen, pahalı tüketen toplumda daha belirleyici ve avantajlı yaşamaya başlamış, daha saygı duyulan olmuştur. Bilgi para getirdikçe kıymete biner bir “meta”ya dönüşmüştür. Metalaştırılma, her alanda olduğu gibi yaşam hakları konusunda da çarklarını döndürmüş, hayvanları, bitkileri ve diğer tüm yaşam formlarını sermaye ve statükocu zihniyetle sömürmeye, kendi çıkarına kullanmaya ve yok etmeye başlamıştır.

Besin zincirindeki homo saphiens, yarattığı büyük klanları ile organize olarak besin zincirinden çıkmış, yerleşik düzene geçmiş, topluluk üzerinden geliştirdiği yaşam biçimi ile tüm canlılara ve doğaya kendi tanımı üzerinden sistematik bir kırım uygulamıştır ve uygulamaya tüm hızı ile devam etmektedir.

Bu perspektiften bakıldığında ekoloji bilinci, insanın doğa ile bağlarının zayıfladığı hatta koptuğu dönemde, bir bilinç, bir uyanış olarak olgunlaşmaya başladığı görülür. Doğayı bir sermaye olarak gören ve kullanan insanın, doğal yaşama verdiği ağır hasarın somut sonuçlarının farkına varıp, gelişen bilim sayesinde de ölçüp tanımlayabilmesi ile gelişen hassasiyet ve haklı endişeleri neticesinde çevre, ekosistem bilimi, ekoloji olgunlaşmaya başlamıştır.

Yüzyılın ikinci yarısında özellikle gelişen ve yükselen ekoloji bilinci, günümüzde organize olunabilen ve bir mücadele tanımını da içinde barındıran aktif bir harekete dönüşmüştür. Zaman zaman elde edilen başarılardan bahsediyor olsak bile, pozitif ve kalıcı bir başarıdan maalesef çok uzağız. Zaman aleyhimize işlemekte. Daha çok, daha organize ve kararlı bir direngenliğe ihtiyaç olduğu, inkar edilemez bir gerçek.

Ekoloji hareketlerinin bugüne kadar önemli başarıları ve başarısızlıkları nedir?

Ekoloji hareketlerinin başarılarını özellikle küçük, göz ardı edilebilir sektörler ve lüks tüketimde gözlemleyebiliyoruz. Kürk kullanımının neredeyse engellenmesi buna örnek teşkil edebilir. Bunun yanında, sosyal demokrat ülkelerdeki çevre politikaları, birleşmiş milletler ve uluslar arası bazı iklim anlaşmaları başarı olarak görülse de anlaşmaların esnetilmesi, hatta uygulanmaması, cezai şartların askıda kalması ve yaptırımdan uzak olması, çok da kayda değer bir başarının söz konusu olmadığını gösteriyor. Göstermelik anlaşmalar, yine dostlar alışverişte görsün, şatafatlı toplantılar ile topluma lanse edilirken, imzalar ile teminat altına alınan neredeyse hiç bir yaptırım uygulanmıyor. Bu ikircikli durum özellikle enerji, madencilik, orman, denizcilik, otomotiv, gıda, kimya, ilaç, tarım ve hayvancılık sektörlerinde hunharca devam eden üretim prosesleri ile doğa kırımına devam edilmesini sağlıyor.

Doğal “kaynaklar” hala hızla ve durmadan tükeniyor. Amazon ormanları her sene daha da artan biçimde tükeniyor. Gelişmiş ülkeler parça başına karbon ayak izini küçültürken total karbon salınımı hala kontrol dışı. Gelişmiş ülkelerin kirli ve eski üretim proseslerini az gelişmiş ülkelere yıkıp hala burada üretilen ürünlere talep sağlaması ve az gelişmiş dünya ülkelerini bu ihtiyaçlara mahkum ederek sistemin devam ettirmesi son derece samimiyetsiz bir durum aslında.

Tabii ki bu siyah tabloyu biraz da olsa umuda çeviren girişimler yok değil. Toplumlarda birey bazında gelişen ekoloji bilinci, genç kuşağın aktifleşmesi, iklim baskısı ile oluşan “zorunlu” iyileştirmelerden bahsedebiliriz. Ekoloji aktivistlerinin daha etkin eylem pratikleri geliştirmeleri, teknoloji ve iletişim olanaklarını daha faydalı kullanmaları kalıcı başarılara yakın olduğumuzu müjdeliyor. Dünya’da onlarca yıl süren direnişler, direngenliği arttırırken sosyal farkındalık ve hafızaya da büyük katkı koyuyor. Boykot ve sivil itaatsizlik hala en etkin mücadele yöntemlerimiz. Bu alanlarda da giderek artan başarılı eylemlere tanıklık ediyoruz. Dünya ekoloji aktivistleri daha yakın ilişkiler kurmaya başladılar. Uluslararası boykotlar örgütlenmeye başladı. Teknolojiyi kullanan anarşist yapılar ciddi başarılar kazanıyor. Halklar uyanmaya başladı. Ekoloji eylemlerini artık her kıtada görmeye başladık. Kalıcı ve faydalı değişimlerin olacağına umudum ve inancım tam.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundugumuz koşulların avantaj ve dezavantajlari nelerdir?

Koronavirüs’ün zoonotic bir virüs olduğu, bu tip hayvandan insana bulaşan virüslerin, özellikle hayvanların yaşam alanları ve yaşam şekillerinin, beslenme zincirlerinin, insan tarafından tahribata uğraması ile aktifleştiği, ilgili bilim disiplinleri tarafından giderek sayısı artan kanıtlarla ortaya kondu. Bu süreçler, iklim krizi ile yüzleşen insanlar tarafından da bir farkındalık durumuna dönüşmeye ve irdelenmeye başlandı. Bu durum, insanın iklim ve ekoloji gerçekliği ile tanışması, ekoloji ve iklim gerçekliğini kavraması, anlaması açısından büyük bir fırsat.

Koronavirüs, eylem ve etkinlikler bakımından, özellikle sokak hareketleri, toplantı ve fiziki buluşmalar açısından dezavantaj oluşturdu. Bunun yanında sosyal medyanın daha etkin kullanımı, dayanışma ağları üzerinden dayanışma ruhunun yakalanması ve gelişmesi adına çok faydalı oldu. Ayrıca webinar toplantılar ile teorik paylaşımların daha fazla ve etkin olarak kurgulanması, mücadeleye daha derin çözümlemeler fırsatı da sundu. İktidar pandemi sürecini pek çok alanda, sermaye adına fırsata çevirmeye kalkıştı ise de, hızlı ve etkin reaksiyonlar ile pek çok noktada geri adım atmak zorunda kaldı. Kısaca pek çok zorluk, pek çok çözümü de beraberinde getirerek, çözümün parçası olduğumuz her alanda bize yeni pratikler, yeni perspektifler de sundu.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Ekoloji bir coğrafya veya kaynak sorunu değildir. Bir yaşam gerçekliğidir. Bu gerçeklik bir bütünü ifade eder. Türkiye’de bütünün parçası olarak bu sorunlarla yüz yüzedir. Türkiye artan nüfusuna rağmen, tarım alanlarını, meralarını ve içme su kaynaklarını hızla kaybetmektedir. Tarım alanları sanayi alanlarına, meralar sanayinin ihtiyacı olan su depolama havzalarına dönüşmekte, su kaynakları sanayinin aşırı tüketim gerektiren proseslerine ayrılmakta, üretim sonucu oluşan atıkların sulara bırakılması ile de hızla kirlenerek kullanılamaz hale gelmektedir. Coğrafyadaki tüm canlıların suya erişim ve yaşam hakları, bir grup sermeye sahibi, seçkin azınlık tarafından, iktidarlar eliyle ve kolluk kuvvetleri marifeti ile, tüm hak, hukuk ve adalet gerçekliği yok sayılarak gasp edilmektedir. Halk geri dönüşümsüz doğa talanları neticesinde toprakla bağı kesilerek, sermayenin iş, aş anlayışı ve alanlarına mahkum edilmekte, sömürülmekte ve köleleştirilmekte, canlıların yaşam alanları ve hakları yok edilmektedir.

Sanayinin aşırı enerji ihtiyacı için ülkenin her noktasına Termik Santraller, HES’ler, RES’ler, JES’ler, Nükleer Santraller doğanın döngüsü değil, sermayenin ihtiyaçları öncellenerek planlanmakta ve hayata geçirilmekte, doğa kırımı ekonomik gerekçeler ile normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye bu açılardan ekoloji karnesi kırıklarda dolu bir ülkedir. Doğal kaynaklar ve yaban hayatı, rasyonel aklın ve bilimin önerdiği somut gerçeklik algısını reddeden bir anlayış ile, yolsuzluklar ve rüşvet mekanizmaları ile istikrarlı bir doğa kırım döngüsüne kavuşmuştur.

İklim değişimi ve ekokırımın Dünya’daki en büyük göç ve mülteci potansiyelini de harekete geçirdiğini unutmayalım. Kitlesel göç ve mülteci hareketlerinin Dünya’nın bütüncül toplumsal sorunlarının da temelini oluşturduğu akıllardan çıkmamalıdır.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

İklim felaketlerinin görülmesi ve sıklığı, ekoloji hareketlerini de hızlandıracak ve daha etkinleştirecek. İnsanlık iklim felaketleri ile yüzleştikçe ve imtiyazlı toplum sınıflarından daha fazla bedel ödedikçe daha aktif ve artan toplum baskısını var edecek. İktidarlar bu toplum baskısı ile yüzleşecek. Sermaye tanımını ve yapısını yeniden yapacak. İktidarlar ve sermaye durdukları yerleri yeniden konumlandırmak zorunda kalacak. Doğa ve ekoloji daha belirleyici esas etmen olacak. Hukuk ve toplum kuralları, normları yeniden tanımlanacak. Bunlar er yada geç olacak. Soru şu, bu değişimler insan aklı ve iradesi ile mi olacak? Yoksa iklim baskısı ve zorlaması ile mi?

Yapmamız gereken en önemli şey, ortak değerleri ekoloji gerçekliği üzerinden yeniden tanımlamak. Acil organize olmak. Doğa kırımına karşı her mecrada ses vermek, her mecrada direnmek. Çocuklar ve gençler ile temas kurmak, hep beraber ekoloji bilincini inşa etmek. Ve en önemlisi ekolojinin bir seçenek değil, bir zorunluluk olduğunu, bölgesel bir olgu olmadığını, Dünya’da ki sistemlerin bir bütün olarak işlediğini ısrarla anlatmak. Ekoloji ve iklimin tüm coğrafya ve canlıların ortak kaderini oluşturduğunu ve hiç unutulmaması gerektiğini ısrarla haykırmak.

Koronavirüs salgını Kazdagları’nda nöbet tutan ve onların direnişlerine dışarıdan destek veren yaşam savunucularını nasıl etkiledi? Alamosgold ve devlet kurumları bu süreci nasıl okudu?

Koronavirüs süreci alanda ilk gününden itibaren son derece titizlikle ele alındı. Alana destek veren hekim arkadaşlarımızın da tavsiyesi ve yönlendirmeleri ile. Önce alanda kalan arkadaşlarımız hemen planlarına göre organize oldular. Bir kısmı alanda, bir kısmı yönlendikleri adreslerde izole oldular. Alana giriş ve çıkışlar durduruldu. Yeni katılım ve rotasyonlar 2 ayı geçkin süre iptal edildi ve alandaki arkadaşlar alanda izole halde nöbetlerine devam ettiler. İl Pandemi Kurulu’nun aldığı kararlar neticesinde maden ziyaretleri askıya alınmak zorunda kaldı, alana sadece kontrollü olarak erzak ulaştırılması sağlandı.
Alandaki arkadaslarımız bu yıpratıcı sürece son derece hassas yaklaşıp sorumluluklarını yerine getirirken hükümetin neler yaptığına bakacak olursak, İstanbul’da Kanal projesi köprü taşıması ihalesi yaptılar. Kazdagları’nda madende işçiler, güvenlikler çalışmaya devam ettiler. Halilağa Bakır madeni projesi için halk sağlığı ve pandemi kararları hiçe sayılarak yüzlerce insan riske atılarak ÇED Halkı Bilgilendirme toplantısı yapılmaya çalışıldı, bu toplantı müdahalelerimiz sunucunda durduruldu, gerçekleşmedi. Pandemi koşulları hukuksuz olarak ve kanuni dayanaktan yoksun gerekçelerle üzerimizde baskı unsuru olarak kullanıldı. Sanki ormana pikniğe gitmişiz gibi her gün binlerce liralık cezalar kesildi. Alan tahliye edildi. Arkadaşlarımızın “tapulu” arazilerinde, tarlalarında çadır kurmamıza hatta toplanıp şarkı söylememize, toplanmamıza izin verilmedi. Anayasal haklarımızı, kanuni haklarımızı hiçe saydılar. Gözaltı kurallarını çiğneyerek bizleri gözaltına aldılar. Her yerde GBT uygulamaları, tacizler ile bizlerin üzerinde baskı kurmaya devam ediyorlar. Bütün bu hukuksuz ve gayri kanuni durumların gerekçeleri ise hep aynı, PANDEMİ!

Bugün Kazdağları’nda çok farklı bir manzara var. Cengiz Holding bölgeye geldi. Kısa süre sonra yapmak istedikleri bilgilendirme toplantısı halk tarafından protesto edildi, toplantı gerçekleştirilemedi. Bunun hemen ardından çadır nöbeti tutan dostlarımız kolluk güçleri marifetiyle Balaban’dan uzaklaştırıldılar. Çadırları söküldü, barakaları yerle bir edildi. Kazdaglarına gitmek isteyen gruplar durduruldu göz altına alındı. Sen de bu göz altına alınanlar arasında yer aldın. Bu durumu nasıl degerlendiriyorsun? Bu koşullarda senin de içinde yer aldığın gerek Heryerkazdağları oluşumu gerek İstanbul’da kurulan Kazdağları İstanbul Dayanışması gibi oluşumlar yerelde aktif olan ve sizlerden farklı duruş sergileyen oluşumlarla ilişkilerinizi gözden geçirmeyi düşünüyor musunuz?

Aslında 10-11-12 Ekim günü yani birkaç gün önce, Su ve Vicdan komitesi olarak bilinen yereldeki oluşum ve temsilcileri ile birkaç görüşme yaptık. Aramızdaki bazı görüş -ve eylem- farklılıkları üzerinde konuştuk. Yapıcı bir dil kullanmaya özen gösterdik. Önce Çanakkale kent konseyi başkanı Hulusi Evren Kızoğlu ile görüştük. Tespit ettiğimiz sorunları son derece net ve içten olarak aktardık. Rahatsız olduğumuz konuları, özellikle iletişim dili ve yöntemlerini, konuştuk. Karar alma mekanizmaları hakkındaki çekince ve usul konularını irdeledik, önerilerimizi ilettik. Benzer bir konuşmayı ertesi gün Çanakkale Belediye Başkan Yardımcısı İrfan Mutluay ile de gerçekleştirdik. Kişisel sorunların ekoloji mücadelesinin önüne geçmemesi gerektiğini dile getirdik. Yaşam ve kavrayış farklılıklarımız hakkında konuşmak, birlikte mücadele biçimlerini geliştirmek, iletişim ve karar alma mekanizmaları ile ilgili konuları yapıcı bir üslup ile tartışıp konuşmak, geliştirmek için bir çalıştay önerisinde bulunduk. Bu çalıştayı gerekirse bir kaç gün sürecek şekilde, bu mücadeleye emek veren tüm paydaşların katılımı ile, yöntem, konu ve usul üzerine uzlaşarak, ortaklaşa planlanarak gerçekleştirebileceğimizi dile getirdik. Hedefimiz elbette yeni bir boyuta geçen Çanakkale ve çevresindeki ekoloji mücadelesinin başarısı idi. Yaşam biçimlerimizden, hareket tarzımızdaki farklılıklardan, eylem pratiklerimizdeki çeşitliliklerden bir zenginlik yaratıp yaratamayacağımızı düşünmeyi önerdik. Bu süreçlerin paydaşı olmayı bir sorumluluk olarak da görüyoruz. Gerekirse bu süreçlerin analizinde karşılıklı özeleştiri vermekten geri durmamalıyız diye de vurgu yaptık. Ekokırım ile mücadelelerinde, kişisel kırgınlık, mevki ve makam kaygıları ile kişisel beklentilerin geride bırakılmasını temel sorumluluğumuz olarak savunuyoruz. Bu aşamada kişisel sorunlar kişilerin karşılıklı mutabakatı ile geride bırakılabilir..

Tüm Türkiye’de ekokırım alanları hızla artarken, Çanakkale havzası yok olma tehdidi ile karşı karşıya iken hiç birimizin, geri dönüşümsüz ve tüm Dünya’ya mal olacak felaketlerin önüne, kişisel kırgınlık, beklenti ve dayatma koyma lüksü olduğuna inanmıyoruz. Cephe bu kadar genişlemişken ve talan oyuncularının as takımı sahaya inmişken birlikte hareket etmeyi bir şekilde başarmalıyız. Birbirimizin alanını işgal etmeye, birbirimiz üzerine baskı kurmaya, domine etmeye değil, koordine olmaya, farklılıklarımızdan güç almaya çaba göstermeliyiz. Mücadelenin bölünmesi ortak amaçlarımıza değil, ortak düşmanlarımıza hizmet eder.

Eklemek istediginiz başka bir şey var mı?

Tüm Dünya halkları ortak kaderlerini iklim ve ekoloji gerçekliği üzerinden yaşayacak. Bu hep böyleydi ve böyle kalacak. İnsan doğaya uyumsuz akıl mekanizması gereği doğayı asla anlayamayacak, anlamlandıramayacak. Ancak çaba göstermek ve “olabildiğince” uyumlanmak zorunda. Aksi halde Dünya yeni bir sayfa açacak kadar büyük ve kudretli. O yeni sayfada pek çok canlı var olmayacak. İnsan uyumsuz aklının oluşturduğu bilinci ile farklı olmanın yarattığı ve kullandığı konfor alalarının ve düzeninin sorumluluğu ile davranmak zorunda. Aklımızın kurguladığı hiç bir değer doğa ile uyumlu değil. Stabilite, büyük toplum, gelişkin mülkiyet, zaman/saat algısı, adalet, eşitlik…. Hiç biri doğada yok. Doğa ne stabildir ne de adil, doğanın seleksiyonu, eleminasyonu vardır. Hiç bir havanın yazlık kışlık ini/yuvası olmaz, kapısına kilit vurmaz… Hiç bir hayvan atık üretmez, gelecek planı yapmaz, sadece uyumlanır, ya da zaten varoluşundan uyumludur. Uyumsuz olan insan uyumlanmak için çaba sarf edecek mi? Bence etmeyecek. Ve evrenin tarihinde bir canlı türü olarak, evren zamanına göre göz açıp kapayana kadar yok olup gidecek. Ancak bir varlık olarak evren puzzle’ndaki yerini de alacak.

Bugün aktif olarak hangi çalışmaların içindesiniz?

Aktif Toplum Derneği, Oy ve Ötesi, Kazdağları İstanbul Dayanışması, Heryer Kazdagları , Ya Kanal Ya İstanbul Platformu ve Ekoloji Birliği’nde aktif görev almaktayım. KOS’ta da bir süre eylemliklere katılma fırsatım olmuştu.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

1970 doğumluyum. Ekonomi eğitimi aldım. Satış pazarlama alanında ilaç ve kimya şirketlerinde yaklaşık 22 yıl çalıştım.

Önceleri çevre, son 10 yıldır da ekoloji bilinci ile, doğa ve yaşam haklarına hassasiyetim artarak devam etmekte. 20 yıla yakındır, ekoloji konusunda çeşitli eylem ve etkinliklere bireysel olarak destek veriyorum. Yine 10 yılı aşkındır seçim güvenliği ve aktif vatandaşlık alanlarında sivil toplum gönüllüsüyüm. Bir yılı aşkın süredir Kazdağları nöbetini takip ediyorum. Kesintisiz olmasa da çok sık süreler ile nöbet alanında kalıyorum. Kazdağları İstanbul Dayanışması, Heryer Kazdağları ve Ya Kanal Ya İstanbul Platformuna fiilen destek veriyor ve görev alıyorum. Ekoloji Birliği Kazdağları İstanbul Dayanışması eş sözcüsüyüm ve Ekoloji Birliği çalışma gruplarında da elimden geldiğince var olmaya çalışıyorum. KOS’da da bir süre eylemliklere katılmaya çalışmıştım.

Bazı şehirli ve beyaz yakalı, düzene uyumlu arkadaşlarım bazen bana “neyi değiştirebilirsin” diye soruyorlar sohbet arasında :)) “kendimi” diye cevaplıyorum. Evet düzeni değiştirmek benim iradem ve gücüm dışında. Yoldaşlarımızla çoğalmaya çalışıp, etkili olmak için her ne kadar çok uğraş versek o güce ulaşmamız çok zor bunu biliyoruz fakat bir altyapı kurup bir sosyal hafıza oluşmasına destek olacağız. Bu süreçte uygulanabilir ve örnek alınabilecek, alternatif bir model kurgulayabileceğiz belki de. Bir gün bir fayda sağlayacak bu çabalar kim bilir.. Ancak kendimizi geliştirmek, dönüştürmek, zenginleştirmek (düşünce, tecrübe, vizyon bakımından) elimizde. Ben bu fırsatı kaçırmamayı yeğliyorum :))

Share.

About Author

Leave A Reply