Doğu Karadeniz’de çay sezonu başladı. Çay üreticileri uzun zamandır, çaydaki neoliberal politikalardan şikâyetçi. 1980 sonrasında sektör, özel şirketlere açıldığından beri, şirketlerden yana ama üreticilerin zararına bir çay politikası uyguluyor. ÇAYKUR hâlâ sektörde kurucu/belirleyici kurum olmasına rağmen, hükümet tarafından belirlenen taban fiyat uygulaması özel sektör tarafından uygulanmıyor. ÇAYKUR kota sistemi uyguladığı için çay üreticisi, elinde kalan fazla çayı şirketlere satmak zorunda kalıyor. Şirketler de simsarlık yaparak, elinden geldiğince en düşük fiyattan yaş çayı alıyor.
Çay sezonu bu kuralsızlık ve mağduriyetin yarattığı tartışmalarla geçiyor. Fakat çay üreticilerini, orta ve uzun vadede daha temel sorunlar bekliyor. O da iklim krizinin çay tarımına etkisi. Gerek Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Hükümetlerarası Çay Çalışma Grubu’nun (IGG) gerekse diğer bilimsel araştırmalar, sel ve kuraklık gibi olayların yaşanma sıklığındaki artışla gösteren sıcaklık ve yağış düzeni değişimlerine neden olan iklim krizinin, çay rekoltesi ile ürün kalite ve fiyatları üzerinde etkili olmaya başladığını gösteriyor.
Çayın kökeninin Çin veya Hindistan olduğunu sanılıyor. Bazı araştırmacılar çayın ilk defa Hindistan’ın Assam bölgesi ormanlarında, bir kısmı ise Çin’in Fukien bölgesindeki Boheon dağlarında ortaya çıktığını savunuyor. İlk kim nerede yetiştirmişse, bugün artık dünyada sudan sonra en çok tüketilen içecek olan çay, yaklaşık 50 ülkede üretilen, 170 ülkede de ticareti yapılan bir ürün haline gelmiş durumda. Dünya genelinde, çoğunluğu çay üretiminden olmak üzere, yaklaşık 2 milyar insanın geçim kaynağının çay olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye’de sadece Karadeniz bölgesinde Kaçkar Dağı eteklerinde, Artvin ili ile Ordu illeri arasında 6 ilde yetişmektedir. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde 850 bin dekar çaylık sahada, yaklaşık 205 bin üretici çay tarımı ile uğraşmaktadır. (1)
Çayın ekolojik özellikleri
Çay, bir tropik ve subtropik iklim bitkisidir. Dünyada çay tarımına elverişli olan kuşak, kuzey yarım kürede 42. paralel ile güney yarım kürede 24. paralel arasındadır. Coğrafik bölge olarak ise kuzeyde Kafkasların Karadeniz’e bakan etekleri ile Japonya’nın güney doğusu, güneyde Brezilya’nın güney ucu ile Güney Doğu Afrika şeklinde bir sınır belirlenebilmektedir.
Çay bitkisi morfolojik bakımdan üç çeşide ayrılmaktadır: Çin çayı (Camellia var. sinensis), Assam çayı (Camellia Sinensis var. assamica) ve Kamboçya çayı (Camellia sinensis var. Cembodiesis). Bunların dışında çok sayıda melez tür oluşmuş. Yaz kış yaprağını dökmeyen çay, yeterli düzeyde sıcaklık ve nemin bulunduğu yerlerde (Güney Hindistan, Sri Lanka, Cava, Sumatra ve Kenya) yıl boyu filiz verir. Fakat yılın mevsimleri arasında sıcaklık ve nem farlılığının bulunduğu yerlerde (Kuzey ve Kuzey doğu Hindistan‘da, Kuzey doğu Çin ve Japonya‘da, Güney Afrika’nın kimi serin bölgelerinde, Gürcistan ve İran’ın Hazar denizi kıyılarında ve Türkiye’de) ise bahar ve yaz aylarında çay tarımı yapılabilmektedir.
Çay, bol yağış isteyen bir bitki. Yıllık ısı ortalaması 14 derece ve 1200 mm’nin üstünde yağış ile % 70’den fazla nem oranına sahip olan bölgeler ideal yurdudur. Asitli toprakları seven çay bitkisi, toprağın besinlerce zengin ve derin olmasını sever. Ağır killi, kireçli ve taban suyu yüksek yerlerde bitki iyi gelişemez. Düz arazilerde toprak humusça zengin ve geçirgen olmalı, meyilli arazilerde ise meyil % 50’den fazla olmamalı. (2)
Yapılan araştırmalara göre iklim krizi çay üreticileri için de en önemli sorun. Üreticilerin sıkıntısı hem çayın yetişme koşullarındaki dalgalanmalardan hem de çay yetiştirilen bölgelerin geleceğini tahmin edememekten kaynaklanıyor. Başta Doğu Afrika olmak üzere, öngörüler 2050 yılında çay yetiştirilen alanların %55 azalabileceğini tahmin ediyor.
Küresel ısınma ya da iklim krizinin yarattığı felaketin boyutları her geçen gün artıyor ve geri dönüşümsüz bir noktaya doğru ilerliyor. Milyarca yıllık doğa tarihinde kapitalizm, son iki yüzyılda yarattığı dönüşümle büyük bir ekolojik yıkım ve yokoluşa sebep oldu. İklim krizi, hidrolojik dengeleri yoğunlaştırarak fırtınalar, deniz seviyelerindeki sürekli artış, kutuplarda erime, çölleşme gibi felaketlerle iklim bölgelerini de değiştirmeye devam ediyor. İklim krizi, sanayi devriminden beri, özellikle fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, endüstriyel tarımsal etkinlikler ve sanayi süreçleri şehirleşme gibi çeşitli faaliyetler ile salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimlerindeki hızlı artışa bağlı olarak, doğal sera etkisinin kuvvetlenmesi sonucunda, yeryüzünde ve atmosferin alt katmanlarında saptanan sıcaklık artışı olarak tanımlanmaktadır.
BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin 2018’de açıkladığı 1,5ºC Küresel Isınma Özel Raporu’na göre, küresel ısınmayı 1,5°C’de tutarak, 2°C ve üzeri sıcaklık artışlarına göre birçok önemli iklim değişikliği etkisi önlenebilir. Fakat raporda yeterince değinilmese de (700 sayfalık raporda, sadece üçüncü bölümde üç sayfa) 1,5°C’nin aşılması ve 2°C sınırına gelinmesi arasında radikal bir fark olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bilim insanları 2°C sınırını geri dönüşü olmayan nokta ya da devrilme noktası (tipping point) olarak görüyor. Yani 2°C sınırının aşılması demek, iklim krizinin etkilerinin aynı oranda artması (deniz seviyesinin 10 cm artması gibi) anlamına gelmiyor, tam tersine etkilerinin çok hızlı bir şekilde katlanması, büyümesi demek. Yani 2°C sınırı bardağı taşıran damla. Bu eşik aşıldığında, değişimin hızı da, yaratacağı etkileri de doğrusal olmaktan çıkacak ve öngörülemez olacak. Örneğin; donma ve kuraklık dönemi olan, Genç Dryas olarak adlandırılan dönem 11,600 yıl önce sona erdiğinde sıcaklıklar on yılda 10°C birden yükselmişti.
Mayıs ayının ortasında yayınlanan yeni bilgilere göre, Hawaii’deki en eski gözlemevinde yapılan ölçümler, atmosferdeki karbordioksit (CO2) seviyesinin endişe verici boyuta ulaştığını ortaya koydu. 1958’den bu yana atmosferdeki karbondioksit miktarını kayda geçiren Mauna Loa Gözlemevi, 13 Mayıs’ta havada 415.5 ppm’lik (her milyondaki partikül miktarı) CO2 ölçümü yaptı. Bu sonucun, insanlık tarihi boyunca görülmüş en yüksek yoğunlaşmanın kanıtı olduğu belirtildi. 350 ppm seviyesinin aşılması, ortalama sıcaklıklardaki artışın tehlikeli seviyelere ulaşması için kritik eşiğin aşılması anlamına geliyor.
İklim krizinin etkisi sıcaklıklardaki artıştan ibaret değil. Kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı ve etkisinde artış, okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında artış, buzulların erimesi gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra insan toplulukları da ciddi risk altındadır.
Dünyanın bazı bölgeleri su altında kalıyor, seller meydana geliyor. Önünde ardında ne varsa götürüyor. Bazı kesimler ise su kıtlığı yaşıyor. Su kıtlığı yaşanılan bölgelerde, 2030 yılına kadar 700 milyon kişi yurtlarından olacak. Bu olumsuz gelişmeler en çok tarımsal faaliyetleri etkiliyor.
İklim değişikliği ve kuraklık nedeniyle, 20. yüzyılın başından bu yana tarımsal ürünlerdeki genetik çeşitliliğin yüzde 75’i yok oldu. Tedbir alınmazsa kuraklık sebebiyle mahsullerden alınan verimin yüzde 10-25 düşeceğinin hesaplanıyor.
2013 yazında aşırı sıcak hava dalgası Çin’i vurdu ve sadece o yılın ürününe zarar vermekle kalmadı, o bölgedeki çay yetişen yerlere de zarar verdi.
Son yıllarda iklimsel değişimlerin özellikle üretim miktarlarında, ürünün kalitesinde ve ürünün moleküler düzeydeki içeriğinde ne türden değişimlerin ortaya çıktığı, farklı ülkelerde yapılan araştırmalarla ortaya koyan çalışmalar yapılmaktadır. Bu ilk araştırmalara dayanarak yapılan tahminlere göre dünyanın belirli bölgelerinde önümüzdeki on yıllarda iklimsel değişimlerle birlikte çay kalitesinde olumsuz yönde değişimlerin olacağı ve %40-55 oranında üretimde düşüş yaşanacağı öngörülmektedir.
Florida Üniversitesinde bir antropolog olan Rick Stepp ve ekibi (4) tarafından Çin’in en az gelişmiş bölgesi olarak bilinen Yunnan bölgesinde yapılan bir araştırmaya göre, son 10-15 yılda etkilerini daha belirgin hissettiren iklimsel olaylar çayın kalitesinde olumsuz değişimlere sebep olduğu tespit edilmiş.
Bir başka araştırmaya göre ise, muson mevsiminde, iklim krizinden kaynaklı, yağışların daha fazla artmasının, çay miktarında yarı yarıya bir yükselişi getirmesine rağmen Yunnan çayına özgün tadını katan bazı kimyevi bileşenlerde önemli oranlarda bir azalmaya yol açacağı tespit edilmiş.
Ekibiyle birlikte özellikle çayın moleküler bileşimindeki değişimleri inceledikleri bir araştırma yürüten Tuft Üniversitesinden biyolog Colin Orians, sıvı kromatografi-kütle spektrometri teknikleri kullanılarak çayın moleküler kimyasındaki değişimleri Yunnan bölgesindeki farklı rakımlarda kayda geçirmeye çalışmış. Farklı rakımlar 5 derecelik sıcaklık farkları oluşacak şekilde seçilmiş. Buna göre özellikle alçak rakımlı bölgelerde üretilen çaydaki kimyasalların yüksek bölgelerde üretilenlere kıyasla analjezik, anti-anksiyete, anti-bakteriyel, kanser önleyici, anti-depresan, mantar önleyici, anti-oksidan ve kalp koruyucu etkilere sahip bileşenler açısından belirgin bir azalma yansıttığı tespit edilmiş. Buna ilaveten kafein, gallik asit tuzu ve epikateşin gibi görece daha zararlı kimyasal bileşenlerin yoğunlukları alçak rakımlı bölgelerde üretilen ürünlerde daha yoğun olarak tespit edilmiş. Ayrıca tüketici davranışları ve tercihleri açısından belirgin tat farklılıkları da tespit edilmiş. (5)
Bu araştırmaların yanı sıra bölgede tarımla uğraşan üreticilerle yapılan görüşmelerde yağışların gittikçe öngörülemez miktar ve zamanlarda, sıcaklıkların da normal mevsimsel oranların altında veya üstünde seyrettiği gözlemleri paylaşılmış. Bunun temel sebeplerinden bir tanesinin Burma sınır bölgesindeki ormansızlaşma olduğu kadar iklim krizi ile de ilgili olduğu tahmin edilmekte.
Hindistan’ın Brahmaputra nehri boyunca uzanan çok geniş çay plantasyonlarının Assam bölgesinde yapılan araştırmalar da iklim krizinin çay tarımı üzerinde benzer olumsuz etkiler yaptığı gözlenmiş durumda. Assam bölgesi, alçak rakımlı tropikal özellikler gösteren bir bölge ve bütün yıl boyunca havası nemli ve sıcak, fakat yaz boyunca şiddetli muson yağmurlarının etkisi altına girmekte. Bölge, küresel çay üretiminin %17’sini karşılamakta. Johrat şehrindeki Tocklai Çay Araştırma Enstitüsü‘nde çay üretim miktarında iklimsel değişimlerin etkileri üzerine yapılan araştırmaya göre, Assam bölgesi ciddi iklimsel riske maruz bir bölge. Bölgesel trende bakıldığında yıllık minimum sıcaklık derecelerinde istikrarlı bir yükseliş yıllık yağış miktarlarında ise istikrarlı bir düşüş tespit ediliyor. Bölgesel iklim projeksiyonları bunun böyle devam edeceğini ileri sürüyor. Fakat yağış miktarı azalsa da şiddetindeki artış da bulgular arasında kaydedilmekte. Bu gelişmeler bölgedeki çay üretimi ve bu üretime bağlı yaşamları ciddi düzeyde etkileme işaretleri göstermekte. Nitekim geniş ölçekli iklim modellemelerine göre, Kuzey Doğu Hindistan bölgesindeki çay üretiminin 2050 yılına doğru %40 düzeyinde bir düşüşü beklenmekte. (6)
Hava sıcaklıkları bölgedeki üretimi en çok etkileyen bir unsur olmakla birlikte Hint muson yağmurlarındaki keskin değişikler de bitki örtüsünü ciddi ölçüde tahrip etmekte. Bu konuda yapılan yeni bir araştırmada muson yağmurlarındaki miktarların 1951-2011 yılları arasındaki miktarları tespit edilmiş. İstatistiki ölçümlerle ortaya çıkarılan yağış miktar ve şiddetindeki aşırı dalgalanmaların yılın belirli zamanlarında aşırı nemli belirli zamanlarında ise aşırı kuru bir hava ortamı ürettiği tespit edilmiş. Bunun da su kaynakları, altyapı, tarımsal ürün çıktısı üzerinde ciddi olumsuz etkileri olduğu ortaya çıkarılmıştır. (7)
Küresel İklim krizi ve Türkiye
İklim krizine bağlı olarak iklim kuşakları, Yerküre’nin jeolojik geçmişinde olduğu gibi, ekvatordan kutuplara doğru yüzlerce kilometre kayabilecek ve bunun sonucunda da Türkiye, bugün Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da egemen olan daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının etkisinde kalacağı öngörülmektedir. Türkiye iklim değişikliği birinci ulusal bildiriminde (8) ise, gelecekte Türkiye’nin güneybatı kıyılarında ciddi bir yağış azalmasının (özellikle kışın), Karadeniz sahil şeridinde ise yağış artışının olacağı öngörülmektedir. Aynı bildirimde, Türkiye’nin güney bölümünde, 2070 yılına kadar ortalama sıcaklığın 2 – 3 °C artabileceği ve yıllık yağışların 470 mm’den 360 mm’ye düşebileceği belirtilmektedir.
Doğu Karadeniz, Ege, Akdeniz ve Toros Dağları boyunca yıllık toplam yağış miktarında 100 – 400 mm/yıl oranında düşüşler beklenmektedir. Yağıştaki değişimleri yüzde olarak hesaplandığında ise, doğudan batıya doğru gidildikçe azalma yüzdelerinin büyüdüğü dikkati çekmektedir. Ege, Trakya, Batı ve Orta Akdeniz, Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı ile İç Anadolu bölgesinde yağışlar %30 – 40 oranında azalacaktır. Doğu Anadolu ile Doğu Karadeniz’de bu oran daha az (%5) beklenmektedir. Mevsimlik yağış değişimleri incelendiğinde, kış mevsiminde Ege ve Akdeniz bölgelerinden başlayarak Toros Dağlarını takip eden hat boyunca yağışlarda belirgin azalmalar ve Doğu Karadeniz ile Doğu Anadolu’nun kuzeyinde artışlar olacağı saptanmıştır. Yaz mevsiminde, yağış miktarı Orta Anadolu ve Karadeniz bölgesinde belirgin olarak azalmaktadır. Sonbahar mevsiminde ise diğer mevsimlere oranla, daha çok Türkiye’nin doğu kesimleri olmak üzere genelde artış beklenmektedir. Kar kalınlığının 2071 – 2100 döneminde 1961-1990 yıllarına göre Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de azalacağı öngörülmektedir. Bu bölgelerimizde 2071-2100 yıllarındaki kar kalınlığı 1961- 1990 yıllarına göre yer yer 300 mm’yi bulan düşüşler belirlenmiştir. (9)
Türkiye’de hâlâ küresel iklim krizinin etkilerine dair bölgesel projeksiyonları ele alan çalışmalar yapılmış değil. Dolayısıyla iklim krizinin ürün bazında nasıl bir etkisi olacağına dair bilimsel bilgi elimizde yok. Fakat Hindistan ve Çin’de yapılan araştırmaların yağış miktarındaki değişimin çay üzerine etkileri göz önünde bulundurulduğunda, Karadeniz’de yağış miktarının yazın azalması kış ayları artmasının çay tarımını da olumsuz etkileyeceğini öngörebiliriz. İklim krizi sadece yağış miktarındaki değişiklikle belirlenmiyor. Aynı zamanda aşırı iklim olayları olarak tanımlanan, ani sağnak yağışları, fırtına, hortum, aşırı kurak havalar vb. de çay tarımını etkileyecektir. Halihazırda Karadeniz’de her yıl sağnak yağışlarının sel ve heyelan ile sonuçlanmaktadır. İklim krizinde değişimin artışı ile bu olayların artışı kaçınılmaz olacaktır. Karadeniz’de çay tarımı yapılan alanların büyük oranda eğimi yüksek yerler olması da ayrıca bir risk oluşturmaktadır.
Değişen iklim koşullarının getireceği bir başka risk de çeşitli zararlıların ve hastalıkların artması olacaktır. Özellikle Türkiye’de, kış aylarında belli bir süre kar altında kalıyor olmasından dolayı, çayda özel bir ilaçlanma yapılmasına gerek kalmıyor. Fakat artık bölge halkı tarafından da dile getirildiği gibi kış ayları genellikle kar yağışı olmadan geçiyor. Bu da çaya etki eden bazı zararlıların artmasına neden olmaktadır.
Kar stokunun azalması Karadeniz gibi yağış sularına bağımlı bölgeler için çok kritik. Üstelik büyük ve şiddetli yağış sıklığı hem afetlere hem de suyun hızla denizlere direne olmasına neden oluyor. Bunun anlamı daha fazla sel ve heyelan daha fazla içme suyu sorunu demek.
İklim krizinin önemli sonuçlarından biri olan deniz seviyesindeki yükseliş de karadeniz’de etkili olacak. Bütün şehir merkezlerinin deniz kenarında olması, Rize gibi bazı il merkezlerimizin denize yapılan dolgu üzerine kurulmuş olması da ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
İklim krizi kapımızda
Artık her türlü hava değişikliğini “iklim değişti” diye tanımlıyoruz. Evet, gerçekten iklim değişiyor. Hem de şimdi bu değişimin olumsuz etkilerini yaşıyoruz. İklim krizi fi tarihinde gerçekleşecek bir olay değil. Bu nedenle hâlâ çok zamanımız var diye düşünüyorsanız, büyük bir gaflet içindesiniz demektir.
İklim krizinden, diğer bütün krizlerde olduğu gibi, en fazla toplumdaki adaletsizlik ve eşitsizlik pramidinin en altındaki yoksullar, kadınlar, çocuklar etkilenecek. Bu nedenle, iklim krizini yaratan kapitalizmin her türlü sefasını süren şirketler ve hükümetler uluslararası toplantılarda verdikleri sözleri bile tutmuyorlar. Trump, Bonsaro, RTE gibi “sağ-popülist” liderler ise iklim krizini tanımama yolunu seçiyor.
Türkiye hâlâ kömür madenciliğine ve termik santral projelerine teşvikler vermeye devam ediyor. Hatta bunu enerji stratejisi haline getirmiş durumda. Diğer taraftan da hâlâ iklim krizine karşı tek tedbirimiz olan ormanların yok edilmesi süreci hızla devam ediyor. Karadeniz’deki ormanların yokoluşunu hızlandıracak olan Yeşil Yol Projesi bütün itirazlara rağmen devam ediyor. Artvin’de ekolojik değeri açısından mutlak korunması gereken orman alanlarından biri olan Cerattepe’de maden şirketi darbesi devam ediyor. Marmara’da Kuzey Ormanlarının talanı da. Ege’de bütün Menderes havzasını zehirleyen JES projelerine yenisi ekleniyor.
Halklar iklim krizine karşı gezegenin kurtarılması çare ararken, şirketler karlarını daha da arttırmanın derdinde. Keçi can derdinde kasap et derdinde yani. Bundan kurtulmanın tek yolu da, ünlü filozof Zizek’in dediği gibi, dünyanın sonunu düşünmek yerine kapitalizmin sonunu düşünmek. En azından ezilenlerin başka çaresi yok.
NOT: Yazıdaki İngilizce kaynakların çevirisinde yardımından dolayı sevgili Onur Açar’a müteşekkirim.
(1) Rize Çay Araştırma ve Uygulama Merkezi, Çay Üretim Rekabet Stratejisi Ve Yol Haritası 2018, s.11
(2) Age. s.17-8
(4) Grubun projeleri ile ilgili bilgilere şu siteden ulaşılabilir: http://sites.tufts.edu/teaandclimatechange
(5) Araştırmayı daha detaylı incelemek isteyenler şu linkten ulaşabilirler: https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0308814618308355?via%3Dihub
(6) Araştırmalar hakkındaki genel bulgulara şu linkten erişilebilir https://teaclimate.com/climate-change
(7) Araştırmaya şu linkten erişilebiliyor: https://www.nature.com/articles/nclimate2208.epdf?referrer_access_token=bUhTSD6a-d9y7FGrlmiHjtRgN0jAjWel9jnR3ZoTv0M-_8XVjlBxWnrs7qwvCj-Uxfu1tctjGQDP63aIJZoRV0HJn3_jELX2C87LGbGXYG8Ni_Teb2j2i0dRkn-Qev5oLAqGfndL0394MteUo7dC3Ewb0jHf2uH8vNI9BwEeY8-d_wCx4jrbo7mO1SY4Ekz8PWU-LWoeZyIM_wTSlfVKMpl_bR1bfGVOPe6tdL88oYypjxk3cgvtDEF6T4UtEYtfReTjcKqn7llQy-gCoVq8aw%3D%3D&tracking_referrer=www.scientificamerican.com
(8) Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Kapsamında Birinci Ulusal Bildirimi. Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara, s. 284.
(9) Süleyman TOY, Hasan YILMAZ, Sevgi YILMAZ, Doğu Karadeniz Bölgesine Dair Yapılan İklim Değişikliği Öngörülerinin Bölgedeki Peyzaj Mimarlığı Çalışmaları Açısından Değerlendirilmesi III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi 20-22 Mayıs 2010 Cilt: IV Sayfa: 1532-1535
Başlık Fotoğrafı: Vivek Kumar/Unsplash
YAZAR: Cemil Aksu