Bodrum’dan Avukat Damla Alp, kıyı işgalleri ile kıyı kullanımlarına ilişkin konuyu derinlemesine yazdı.
Kıyı işgali ve sorunlarını ayrıntılı olarak açıklamadan evvel, yine kanunda açıkça belirtildiği üzere kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunlu olduğundan, kıyıya ilişkin tanımlamalar da bu kapsamda önem arz etmektedir. Teknik anlamda bilinmesinde fayda olacağı kanaatinde olarak, kanun ile kıyı alanlarına ilişkin yapılmış tanımlamalardan kısaca bahsetmek gerekmektedir. 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 4. Maddesinde kıyıya ilişkin tanımlamalar yapılmıştır:
Kıyı Çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan meteorolojik olaylara göre değişen doğal çizgidir.
Kıyı Kenar Çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumsal ve kıyı kumullarından oluşan kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık benzeri alanların doğal sınırı; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev ya da falezin üst sınırıdır. Bu sınır doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştirilemez. Kıyı kenar çizgi tespitine konu olmayan akarsuların, deniz, tabii ve suni göllerle birleştiği yerlerde, kıyı kenar çizgisi; deniz, tabii ve suni göl kıyı kenar çizgisi olarak tespit edilir.
Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır.
Kıyı (Sahil) Şeridi: Deniz, tabii ve suni göllerin kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 100 metre genişliğindeki alandır. ‘’ şeklinde tanımlamalar içermektedir.
Kanunda tanımlandığı üzere; “kıyı”; kamuya ait yerlerden sayılmış ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğundan ancak ve ancak kanunun öngördüğü biçimlerde kanuna uygun bir şekilde kullanılabileceği düzenlenmiştir. Kıyıları çevreleyen sahil şeritlerinden ve kumsallardan yararlanma konusunda öncelikle ve önemle kamu yararı gözetilmektedir.
Ülkeler arası stratejik öneme sahip kıyı konusu, devlet politikalarına da konu olmuştur. Nitekim 80’li yıllarda gelişmeye başlayan turizm politikaları nedeniyle özellikle, “deniz, kum güneş tatili’’ kapsamında kullanımlar neticesinde zamanla kıyılarımız üzerinde rant baskısı oluşmuştur. Birçok Avrupa ülkesinden daha fazla kıyı uzunluğuna sahip Muğla ilimiz de bu baskıdan payını almıştır.
Bodrum yarımadası başta olmak üzere, özellikle turizm için önem arz eden kıyı alanlarının belirli amaçlarla kullanılmasından dolayı bir takım hukuki sonuçlar doğmaktadır. Özetlemek gerekirse, kıyı alanları çoğunlukla; duşlar, soyunma kabinleri, şezlonglar, gölgelikler, tuvaletler, buna benzer faaliyetlere hizmet edecek şekilde düşünülmüş olan kumsalların üzerine toprak veya beton dökmek, yeme içme, bar hizmeti için alanlar ile eğlence ve spor amaçlı alanlar yaratmak ve kullanmak suretiyle plaj kapsamında kıyı bölgeleri işgal edilmektedir.
Kıyılardaki işgaller yalnızca bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Nitekim kıyılarda, gözle görülür işgaller yanında kıyı çizgisinin çeşitli yöntemlerle değiştirilmesi de söz konusu olmaktadır. Kamu yararı esas alınarak kıyı alanlarının kullanımı, korunması, planlaması ve bu noktada yaşanan hukuki sorunlar tartışma konusu olmuştur. Bu doğrultuda kıyılardan yararlanma şartları, devamında meydana gelen sorunlardan ve bu sorunların çözümlenme usulünden bahsetmek gerekmiştir.
1982 Anayasa’sının “Kamu Yararı” genel başlığı ile “Kıyılardan Yararlanma” alt başlığı altında 43. madde “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Şekilde hükme bağlanmıştır.” Yine Anayasa’nın 36. maddesi, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını açık olarak belirtmektedir. Dolayısıyla su kıyılarından yararlanmada herkesin mutlak ve eşitlikle yararını öngören bir düzeni kurmak aynı zamanda Anayasa gereğidir.
Kıyılar, ülke sınırları dahilinde yönetimine ait ülke tarafından hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla kıyılarda meydana gelen tüm tasarruflar devlet eli ile gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de kıyı alanların kullanımı, korunması ve planlanması noktasında temel dayanak olan Kıyı Kanunu’dur. Anayasa ve Kıyı Kanunu’ndaki kıyıya ilişkin hükümlerin, merkezi idare ile mahalli idarelerin yetkileri başta olmak üzere, uygulanması, planlanması ve denetlenerek disipline edilmesi önem arz etmektedir.
Kıyının kullanımlarında seyyar işgal olarak tanımlanan ve en çok rastlanılan sorun olarak, her daim tartışma konusu olmuş, yukarıda da bahsettiğim gibi kumsallardaki şezlong ve gölgelik konularak yapılan ve yine aynı amaca hizmet eden duş, platformlar vb. işgallerdir. Her yıl turizm sezonunda çözümlenemeyen sorun haline gelmiş olan bu hususların disipline edilmesi gerekmekte, idareler arası yetki ve uygulama konusunda kanunun boşlukları iyi niyet kuralları çerçevesinde hakkın kötüye kullanılmasının önüne geçmek suretiyle gerçekleştirilmelidir.
Kıyı alanlarındaki bazı turizm tesisleri ve bu tesislerin faaliyetleri anlamında ihtiyaç kapasiteleri doğrultusunda, kendi müşterilerinin denizden faydalanması, güneşlenmesi için kendi işletmelerine özel olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu tesislerin işletmesinde, kıyının kullanımı konusu bir başka baskı oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu tür tesislerde fiili işgaller bu halleri ile maalesef ki sürdürülmeye devam etmektedir.
Anayasal bir hak olarak bu kullanımlar, hiçbir kişi, kurum ve kuruluşa özgülenemezler. Anayasa’da, kişilerin kıyılardan ve sahil şeritlerinden yararlanma imkan ve şartlarının kanunla düzenleneceği hükmü yer almaktadır ve kıyılardan yararlanma imkan ve şartları da, Kıyı Kanunu olmak üzere, diğer kanunlardaki kıyıya ilişkin hükümlerle düzenlenmiştir. Bu kanunlara dayanılarak yayımlanan yönetmelikler ve ilgili idari düzenlemeler, emsal yargı kararları ile birlikte değerlendirildiğinde, kıyılardan yararlanma imkan ve şartları ile kıyıdaki kamu yararını belirleme yetkisinin hangi idarede olduğu konularında, uygulamasında tereddütler meydana getirdiği sıklıkla gözlenmektedir.
“Kamu yararı amacı her düzenlemenin içinde olmasına karşın, kavramın net ilke ve kriterlere dayanmadığı ve kıyı mekânının düzenli ve etkin kullanımını, korunmasını sağlamakta yetersiz kaldığı görülmüştür.”
Kıyı, üzerinde hiç kimsenin özel mülkiyet edinme hakkının bulunmadığı ve herkesin Anayasal hak olarak eşit şekilde kullanım hakkının bulunduğu bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak yine altını çizmek gerekirse, kıyıda planla getirilen kullanım kararlarında, kamu yararının sağlanamamasından kaynaklanan kıyı planlama sorunları doğmaktadır.
Bunlarla birlikte, kıyı işgalinde yetki sorunu yaşandığı da göz önünde tutulursa, öncelikle bu sorunun ele alınarak çözümlenmesi gerekecek ve hukuken birbirleri arasındaki ayrımı net bir şekilde ortaya koyabilecek hükümler içeren düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konudaki yasal düzenlemelerin net ve ayrıştırıcı olması zaruridir. Anayasal bir hak olarak tanınan bu hakkın yasal çerçevesinin genişletilmemesi, aşılmaması gerekmektedir. Kamu yararı gözetilerek tanınan bu hakkın kullanımı ve uygulanması esnasında merkezi idare ile mahalli idarelerin yetkileri bakımından çelişkiler barındırmaması ve en nihayetinde kamu yararı kastedilerek hakkın kötüye kullanılması amacıyla hareket edilmemelidir.
Daha önceki yazılarda da bahsettiğim gibi; toplumsal yarar bireysel menfaatten her zaman öndedir ve önde olmak zorundadır. Bireysel menfaatler kanunun üstünde değildir ve dolayısıyla bu topluma mensup bireyler olarak, kamu düzeni ve Anayasal haklarımız çerçevesinde, bize tanınan kanuni haklarımızı kötüye kullanma amacı gütmeden, dengeli ve hakkaniyetli bir biçimde hareket etmemiz önceliğimiz olmalıdır.
Kişisel menfaatler ile kamu yararının çatışmaya başladığı anda, merkezi idare ile mahalli idareler de bir biri ile çatışmaya başlayacak, uygulama esnasında yaşanan tereddütler sebebiyle, kıyı kullanımı disipline edilmek istenirken tüm bunlar belki de kıyılardaki doğal yapının bozulmasına sebebiyet verecektir.
Bu tür işgallere karşı çevre bilinci ve toplumsal fayda bakımından savunma geliştirebilmemiz için, kısa vadeli çözümler yerine, kıyı alanlarını kapsayan tüm yasal düzenlemelerin yeniden ele alınması zaruridir. Nitekim Kıyı kanunun amacı; “deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmektir”. Dolayısıyla kanunun amacı doğrultusunda, kıyı kullanımında sıkılıkla adı geçen kişi/kişilerin ve sektörlerin yarışı haline gelmesinin önlenmesi amaçlanmalıdır. Ülkemiz koşullarında önemli yere sahip kıyı konusunun bilimsel yöntemlerle ele alınması, çözüm önerilerinin ayrıntılı olarak incelenerek değerlendirilmesi ve bu doğrultuda mutlak çözümleme sağlanması gerekmektedir. Ulusal anlamda da kendine önemli yer bulmuş kıyı konusu planlar içinde çözüm yolu getirmeyen niteliğe sahip olduğu sürece, birçok konuda olduğu gibi, kıyılarımızın da ülke koşulları içinde kalkınma ve korunma yönünden geleceğini tehlikeye düşürecektir. Farklı hiyerarşideki karar vericilerin ve bu konuda yetkiyi elinde bulunduran mercilerin, bahsetmiş olduğumuz tüm bu hususlarla birlikte toplum bilinciyle hakkaniyetli bir şekilde hareket etmesi ile, ancak o zaman kamu yararı gerçek anlamda gerçekleştirilmiş olacağından kaybedildiğinde asla geri getirilmeyecek doğal yapının korunmasının sağlanabileceği kanaatindeyim…
Kaynak: Bodrumca
Başlık Fotoğrafı: Tina Rataj/Unsplash
2 yorum
Güzel bir araştırma,emeği gecenlere teşekkürler.Toplum olarak biraz daha duyarlılık göstererek doğayı korumak adına toplu eylemler yapılabilir…
Pingback: Kıyı Kullanımı, Kıyı İşgali ve Sorunları – Av. Damla Alp