Maden arama çalışmaları her yerde devam ediyor ve hepsine yetişmek mümkün değil. İşte bu sebeple her maden alanındaki yerel direnişler Çanakkale’den İzmir’e, Artvin’e oradan Dersim’e varıncaya dek bir koordinasyon oluşturmalıdır.
Gazete Duvar‘dan Erol Malçok’un yzısına göre; öyle bir ülkede yaşıyoruz ki rotanızı nereye çevirseniz bir maden, mermer ve taş ocağından geçmemeniz mümkün değil. Geçtiğiniz yerlerde bunlar yoksa enerji santralleri sizi bekliyor olacaktır. Antalya’dan, Kır-Kent Ağı’nın Çanakkale Bayramiç Belediyesi ile birlikte düzenlediği etkinliklere giderken Manisa’nın üzüm bağlarıyla dolu ilçelerinin giderek distopyayı andıran yerleşimlere dönüştüğüne şahit olduk. Manisa civarlarında başlayan jeotermal santrallerini, termik santraller, atık yakma termik santrali, rüzgâr tribünü, güneş enerjisi panelleri ve çimento fabrikaları takip ediyordu. Manisa’dan Çanakkale’ye kadar uzanan üzüm, incir ve zeytin üreticiliğinin en yoğun olduğu bu müthiş coğrafya İstanbul’daki sanayinin buraya kaydırılmaya başlanmasıyla da içler acısı bir durumda.
Bölgedeki tehlike bununla da sınırlı değil, TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük’ün Bayramiç’teki madenler ve ekoloji konulu konferansından öğrendiğimiz kadarıyla Dikili’den Çanakkale’ye kadar olan bölgede dağlardan gelen suyun çeşitli sebeplerle tutulması ve sahile ulaşmaması Ege sularının ısınıp ekosistemi tehdit etmesine sebep oluyor. Çanakkale civarının en büyük su kaynaklarından Atikhisar Barajı ise Alamos Şirketi’nin işletmeye açmaya çalıştığı Kirazlı Balanban altın madenine sadece 12 km. mesafede. Kirazlı’daki altın madeni çalışmalarına tepki büyük olduğu ve basında sık yer aldığı için çoğu insan burada gerçekleşen ağaç katliamı ve eko kırımdan haberdar ancak başta en yakınındaki İvrindi-Havran altın madeni olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında maden faaliyetleri var. Ve hiç durmaksızın çalışmalar sürüyor. Bir de sırasıyla açılması planlanan maden ocakları var. Bir isim hafızası oluşturmak ve meselenin vahametini hep birlikte anlayabilmek için altın madeni sahalarını tek tek saymak istiyorum.
Faaliyetteki altın madenleri: Alamos Gold Kirazlı Balaban, TÜMAD Madencilik İvrindi Balıkesir, Fatsa Altın Madeni, Lapseki, Artvin Cerattepe, Balya Orhanlar Köyü, Bolkardağ Tepeköy Niğde, Çöpler İliç Erzincan, Çukuralan İzmir, Efem Çukuru İzmir Menderes, Himmet Dede Kayseri, İnlice Konya, Kaymaz Eskişehir, Kışladağ Uşak, Kızıltepe Sındırgı Balıkesir, Mastra Gümüşhane, Midi Gümüşhane, Ovacık Bergama İzmir, Sart Manisa, Bakırtepe Sivas…
Yakında devreye girecek olup da girmemesini umduğumuz yerler: Çakmaktepe İliç Erzincan, Ağı Dağı Çanakkale, Çamyurt Çanakkale, Kaş Kayseri, Soma Çatalca ve Kiraz Mahalleleri, Tavşanlı Kütahya, Esenköy Ağrı, Doğu Tepe Ağrı, Uzun Veli Köyü Ağrı, Akarca Mustafa Kemal Paşa Bursa, Alanköy Çanakkale, Doğala Nevşehir, Sisorta Güzelyurt Köyü Ordu, Hasan Çelebi Hekimhan Malatya, Tozak Yaylası Bergama İzmir, Kubaşlar Gömeç Balıkesir, Lodos Muratdere Bozüyük Bilecik, Molladere Diyadin Ağrı, Murat Dağı Kütahya ve Uşak, Öksüt Develi Kayseri, Alucra Giresun, Değirmen Boğazı Balıkesir, Söğüt Dudaş Köyü Bilecik, Gediktepe Hacı Ömer Deresi Bigadiç Balıkesir, Kırkpavli Gümüşhane, Şebinkarahisar Giresun, Serçiler Çanakkale, Şahinli Köyü Lapseki Çanakkale, Alpu Uzun Hasan ve Esence Köyleri Eskişehir, Torul Yalın Kavak Gümüşhane…
Saydığımız altın madenlerini harita üzerinde gözümüzün önüne getirdiğimizde siyanürün girmediği bir bölge kalmadığını görüyoruz. Altın aramanın insana, floraya, faunaya verdiği zararlar ve bunun yerel değil genel etkilerinin olacağı daha önce birçok kez yazıldığı için bu yazıda daha çok bizim ne yapabileceğimize odaklanmak istiyorum. Bunun için geçmiş direniş deneyimlerine göz atmakta fayda var. Bunlardan özellikle ikisi uzun soluklu olması, yerel halkın katılımının yüksekliği ve eylem renkliliğiyle öne çıkıyor. İlki Bergamalı köylülerin 90’ların başında ruhsat alıp 96’da binlerce ağacı kesmeye başlayan Eurogold firmasına karşı mücadelesi. İkincisi ise Uşak Kışladağ maden mücadelesi. Bergama direnişi birçok yanıyla iyi bilindiği için biz burada daha çok Kışladağ direnişine yer vereceğiz.
Kışladağ’da ne olmuştu?
Kışladağ Uşak’ın Eşme ve Ulubey ilçeleri arasındadır. Eldoradogold-Tüprag şirketi 2006 yılında bu bölgede altın çıkarma faaliyetine başlıyor. Madenin alan ve kapasitesi Avrupa’nın en büyükleri arasında yer aldığı için bölgedeki tahribat ve zehirlenme oranı da çok yüksek oluyor. Yeni İnsan Yayınları’ndan çıkan “Kışladağ’dan Mektup Var” kitabının yazarı ve aynı zamanda Kışladağ maden direnişçisi Muammer Sakaryalı’yı Bayramiç’te canlı dinleme imkânı bulduk ve ayrıntıları dinledikçe dehşete düştük. Sakaryalının anlatımına göre, maden faaliyete başladıktan bir süre sonra bölgedeki köylerden yüzlerce kişi zehirlenme belirtisiyle Eşme’deki hastaneye yığılmış. O zaman doktorlara siyanür kelimesinin kullanılması adeta yasaklanmış. Kanlarını gönüllü olarak tahlil ettirmek isteyen köylülere büyük engeller çıkarılmış ve kendi çabalarıyla kanlarındaki siyanür oranını tespit ettirebilmişler.
Bölgedeki ağaçlarda yanıklar oluşmuş kimyasaldan. Kuzularda iki ayaklı ve civcivlerde dört ayaklı doğum anomalileri oluşmuş. İçtikleri sulardan dolayı yüzlerce koyun ölmüş. Maden başlamadan önce sudaki arsenik oranı eser düzeydeyken madenden sonra 32 ppm düzeyine kadar çıkmış. Bütün bunlar başta İnay köyünden kadınlar olmak üzere İnay Vicdan Hareketi’ni de kurarak bölge insanının harekete geçmesini sağlamış. Bir yandan hukuki mücadele yürütürken bir yandan da Uşak, İzmir, Ankara ve İstanbul’da eylemler yapmışlar. Kendilerini buldukları her platformda anlatmaya çalışmışlar. Ankara’da Meclis binası önünde kefen giyip yatma eylemi gerçekleştirmişler. En ses getiren eylemleri de bu olmuş. (Tıpkı Bergamalıların Asteriks’ten esinlenerek birçok kentte pijamalı eylem yapması gibi.) Ve bu çabaları sonucunda maden altı aylığına kapatılmış ancak bakanlık düzeyinde baskılarla maden bu sürenin sonunda işlemeye tekrar devam etmiş.
Kirazlı Balaban maden direnişine gelecek olursak geçtiğimiz ay Çanakkale Belediyesi’nin çağrısıyla çok sayıda insan oraya akın etti. Maden çalışması basında ve kamuoyunda çoğu altın madeni ocağının olmadığı kadar gündem oldu. Başlangıçta çadırla direnişe geçen yaşam savunucularına yemek ve lojistik destek veren belediye geldiğimiz noktada oradan çekilmiş durumda. Alanda görüştüğümüz yaşam savunucuları belediyenin çekilmesinin herhangi bir moral bozukluğuna yol açmadığını söylüyorlar. Belediye çekildikten sonra alandan ayrılan az sayıda direnişçi de dönüp çadırlarını tekrar kurmuşlar. İyi işleyen bir mutfak sistemi var ve alandayken konserler, etkinlikler, forumlar da devam ediyor.
Bütün bunlar çok güzel ancak yaşam savunucularının sürekli orada olması, çeşitli yerlerden yapılan ziyaretler ve şirketin buradan doğru basınç altında olması, şirketin çalışmalarını yavaşlatsa da devam etmesine engel olmaya yetmiyor.
Ne yapmalı?
Bergama ve Kışladağ maden direnişleri bize çok iyi gösteriyor ki maden bölgesinde verilen tepkiler tek başına yeterli değil. Şirketler devlet desteğiyle bu izole edilmiş alanlarda çalışmalarına devam edebiliyor. Bazı bölgelerdeki köylerin hane sayısının azlığını da düşünürsek bunu yapmaları daha da kolaylaşıyor. Bitmiş tarımı ve hayvancılığından dolayı kimi köylüler işe girme beklentisiyle sesini de çıkarmayabiliyor. Bu nedenledir ki geçici bir süre değil şehirlerde sürekli yapılan eylemlerle altın madenlerinin yaşamımız ve doğa üzerindeki korkunç tahribatını gündemde tutmalıyız.
Her ne kadar hukuk işlemiyor olsa da hukuk mücadelesini canlı kılmalı ve peşini bırakmamalıyız.
Bölgenin endemik canlı türleri üzerine bilim insanları çalışma yapıp bunları kamuoyuyla sürekli paylaşmalı.
Maden şirketleri olası direnişleri göze alarak kendilerine en az altı ay gecikme süresi tanımlayabiliyorlar. Altın rezervini devlet garantisinde aldıkları zaman zaten borsada kazandıkları değer üzerinden herhangi bir zararları olmuyor ve hatta daha maden işlemeye başlamadan borsa üzerinden kâra bile geçiyorlar.
Tüm bu gerçeklikler yaşam savunucularının önüne şöyle bir tablo çıkarıyor: Maden arama çalışmaları her yerde devam ediyor ve hepsine yetişmek mümkün değil. İşte bu sebeple her maden alanındaki yerel direnişler Çanakkale’den İzmir’e, Artvin’e oradan Dersim’e varıncaya dek bir koordinasyon oluşturmalıdır. Bu koordinasyon hangi madende acil gündeme gelmesi gereken konu varsa onu hep beraber kararlaştırabilir ve daha güçlü bir karşı çıkış meydana gelebilir.
Toplum olarak düşünmememiz gereken en önemli konular ise “Altının nasıl arandığının ayrıntılarıyla oyalanmak”, “Şirketin nereli olduğu; yerli mi uluslararası mı?”, “İşleri bitince orayı ağaçlandıracaklar mı?”, “Ve elde edilen altının ne kadarı bize kalacak?” konuları olmalıdır. Uşak Eşme Kışladağ altın madeninde 450 metre derinlikte 1000 metre çapında ve 70 bin ton siyanür kullanılarak altın çıkarılması durumu yeterince özetliyor. Sadece bir bölgede bu denli büyük alandaki taşın toprağın altının üstüne getirilmesi bile yeterince büyük bir tahribat. Bu işlemlerin sonuçlarını yazının girişinde sıralamıştık zaten. Kaldı ki şirket sözcüleri siyanür kullanmadan altın aranamayacağını açıkça söylediler.
Ayrıca dünyanın her yerinde baş gösteren ekolojik krizin etkilerinin azalabilmesi için bırakın siyanürle altın çıkarmayı tüm fosil yakıtların bile yerin altında kalması gerekiyor. Uyarıcı olması açısından Bertrand Russel’ın şu sözüyle bitirelim:
“Dünyanın en saçma işi altını onca çabayla yerin altından çıkarıp, büyük güvenlik tedbirleriyle tekrar yerin altına kasalara gömmektir.”
Kapak Fotoğrafı: Curioso Photography/Unsplash
1 Yorum
Doğa talanını önlemenin yolu, politikayı politikacıların uhdesinden alıp, halkın kendisinin yapacağı kurumlar üretmeden mümkün değil. Bu da halkı doğrudan demokrasinin işletileceği HALK MECLİSLERİNDE buluşturmakla mümkün olabilir. Hedef de, belediyelerin öz yönetimi olmalı. Ülke çapındaki meclislerin de dayanışma, yardımlaşma ve paylaşım AĞLARI kurarak bir yandan belediyelerin öz yönetimi için mücadele ederken diğer yandan merkezi devletin yetkilerini ellerinden almak olmalı. Aksi halde kalıcı başarı mümkün olmaz.