Akbelen Ormanı’nda onur ve yaşam mücadelesi veren direnişciler son günlerde Akdeniz ve Ege’yi saran kent ve orman yangınlarına da dikkat çekmek için İstanbul’dan yola çıkarak gelen yaşam savunucularıyla birlikte Akbelen Ormanı’na çağrıyor.
29 Temmuz’da ülkenin farklı noktalarında aynı anda çıkan orman yangınlarıyla bir kez daha acıya boğulduk. En yüksek sıcaklıkların 45,7 santigrat dereceyi bulduğu bir günde, ülkenin batı – güney – güneydoğu hattında yangının bulaşmadığı il neredeyse kalmadı.
Manavgat, Marmaris, Kayseri, Osmaniye, Kocaeli, Alanya, İzmir, Mersin, , Muş, Kozan, Kütahya, Didim, Muğla, Datça, Köyceğiz, Bodrum ormanlarını yangına teslim eden de, 2 yıldır Milas İkizköy halkının korumak için mücadele ettiği Akbelen Ormanı’nı madene teslim eden de aynı YOK EDİCİ orman politikası.
Türkiye, iklim değişikliklerinden küresel ölçekte en çok etkilenecek bölgelerin başında gelen Akdeniz Havzası’nda yer alıyor. Türkiye’de ortalama hava sıcaklıklarında 2050 yılına kadar 4 °C’ye kadar artışlar olması bekleniyor. Bu aşırı sıcakların “normal”in üstünde sayıda ve yoğunlukta orman yangınlarını tetikleyeceğini öngörmek zor değil.
Yani çok yakın gelecekte, kapitalist uygarlığın yol açtığı iklim krizi yüzünden kontrol altına alınması zor orman yangınları sıklaşacak, yaygınlaşacak. Özellikle de bulunduğumuz coğrafyada. Bu acil durumu bugünden deneyimlemeye başladık.
Böylesi büyük bir felaketi öngörürken, önlem olarak ne yapmalıyız, nereden başlamalıyız?
Son yıllarda her yangın felaketinde kamuoyu tarafından ısrarla gündeme getirilen ve akla ilk gelen elbette, ülkenin yangına müdahale altyapısı. Bir kamu yatırımı olması gereken havadan yangın müdahale hizmetinin özelleştirilmiş olması, özelleştirme esnasındaki yolsuzluk iddiaları, var olan kamu filosunun atıl durumda bekletilmesi en hararetle tartıştığımız konular oluyor her büyük yangın olayında.
Sayıca ve yoğunlukça artacağı öngörülen bir “doğal afet” söz konusuysa elbette bu afete müdahale altyapısının güçlendirilmesi en öncelikli kamu politikası alanlarından biri olmalı. Bu alan özelleştirmeyle sermayenin insafına bırakılamayacak kadar yaşamsal bir alan. Ormanları korumak devletin asli görevi, özel sektöre devredebileceği bir sorumluluk değil.
Öte yandan, sorunun kaynağına dair politika üretmek, yani yangın afetini çıkmadan önlemek de karşımızda yaşamsal bir aciliyet olarak bulunuyor. Ve bu acil politika ihtiyacını bütünlüklü bir toplumcu perspektifle gerçekleştirebiliriz; ormanları sermayeye meta olarak pazarlayan bir anlayışla değil.
Basit bir döngüden bahsedelim: ekstraktivist kapitalizmde kömür için ormanlar yok ediliyor –> kömür termik santralde yakılıyor –> çıkan gazlar yüzünden sıcaklıklar aşırı artıyor –> orman yangınları artıyor –> ormanlar yok oluyor à ormanlarını yani karbon yutak alanlarını kaybeden dünya ısındıkça ısınıyor. Ama bu kısır döngüyü kırmanın yolu var
Bi yandan rantçılıkla, iklim krizi ile tetiklenen, büyüyen yangınlar; öte yandan kanuni olduğu söylenen ama hiçbir doğa/insan hakları hukukuna sığmayan kesimlerle ORMANLAR YOK EDİLİYOR. İnsanoğlu YUVASINI YOK EDEN mitolojik bir anti-kahramana dönüşmek için elinden geleni yapıyor.
Muğla’nın, Türkiye’nin her köşesinden gelen yangın ve kesim haberleri aklımızı, kalbimizi dağlarken; ORMANLAR YUVAMIZ tek bir ağacı, tek bir canlıyı daha kaybetmeye tahammülümüz yok! demek için bir araya gelelim
Tüm yaşam savunucularını, 31 Temmuz Cumartesi günü direnişimize destek vermek için İstanbul’dan yola çıkarak Akbelen Ormanına gelecek Kazdağları İstanbul Dayanışması, Ya Kanal Ya İstanbul, Doğa İçin Sanat Derneği oluşumlarıyla birlikte Akbelen Ormanı’na bekliyor.
İkizköy Çevre Komitesi adına Deniz Gümüşel