“Geçimini topraktan sağlayan bir ailenin kızı olmam, sanıyorum, bu araştırmaya duyduğum merakın –ve temasın– en temel kaynağı oldu. Örneğin, babamın 2/B borcunu ödemek için para ayırma çabasından ötürü 2/B’nin ne olduğunu kavramaya çalışmam, ilk aşama olarak, 2000’li yıllarda toprak tasarruflarına ilişkin yapılan çok sayıda düzenlemeyi fark etmemi sağladı. Dedemden, hatta dedemin babasının hayatta olduğu yıllardan bu yana, ekip biçtiğimiz tarlamız için şimdilerde neden para ödediğimiz sorusuna babamdan aldığım yanıt “tapu alabilecek” olduğumuzdu. Halihazırda senelerdir fındık topladığımız, bir fındık bahçesine dönüştürülmesi için yüzlerce insanın emek verdiği, bir dağ yamacına konumlandığından dolayı “Kayıplar” diye adlandırdığımız tarlamızın tapusunu neden şimdi almamız gerekiyordu?”
Melek Mutioğlu Özkesin kitabının giriş bölümünde yukarıdaki soru ile işe başladığını ifade ediyor ve sözlerine şu şekilde devam ediyor; “Gerekiyordu diyorum, çünkü mevcut yasal düzenleme tarlaları üzerinde tasarruflarını devam ettirmek isteyen aileler için başka bir seçenek bırakmıyordu. Öte yandan, madem ki bu toprakların tasarruf yönetiminin bize verilmesi için ödeme yapmak durumundayız; bu durumda ödenecek meblağ neye göre belirleniyor ve ne için kullanılıyordu?
Bundan bir zaman sonra, haber kanalları, yöre halkı tarafından Havva Ana diye bilinen Rabiye Bekar’ın, kısa adı “Yeşil Yol Projesi” olan Yaylalar Arası Bağlantı Yolu için Samistal Yaylası mevkiinde yapılacak çalışmaları durdurmak amacıyla iş makinelerinin önünde oturarak kendini siper etmesinden, onu “devlet emri” diyerek kaldırmaya çalışan genç jandarma görevlisini “Devlet kimdir? Devlet bizim sayemizde devlettir!” diye haykırmasından bahsediyordu. Yeşil Yol Projesi Doğu Karadeniz halkları için bölgesel kalkınma stratejisinin bir parçası olarak tanıtılan, kapsamlı bir turizm projesinin ulaşım ayağıydı. Ama Havva Ana ve beraberindekilerin –ve daha başka bölgelerde verilen toplumsal mücadelelerin– ortaya koyduğu fikir, bu “halk”ın herkesi kapsayacak bir halk olmadığı gibi, devletin de herkesin hakkını gözeten bir merci olarak algılanmadığı yönündeydi. O halde bu kalkınma ideali kimin içindi? Türkiye’de devlet, toprak üzerindeki tasarruflarının dönüştürülmesini gerektiren kalkınma politikalarını kim için, hangi yarar çerçevesinde belirliyordu? Toprak tasarruflarının dönüşümünde devletin karar mekanizmaları ve kendini yeniden üretme mekanizmalarına dair araştırma hedefi de bu sorgulamalardan beslendi.
2/B düzenlemesi, Yeşil Yol Projesi, Üçüncü Köprü ve Üçüncü Havalimanı gibi projeler Türkiye’de toprak tasarruflarında önemli bir dönüşümün gerçekleştiğini açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Öte yandan, 2007 yılından itibaren dünyada sayısı gittikçe artan toprak anlaşmaları toprağı uluslararası mübadele değeri olan bir metaya dönüştürüyor, buna dair dünyanın her bölgesinde çalışmalar yapılıyor; fakat Türkiye’de olup bitenler uluslararası literatürde hemen hemen hiçbir çalışmaya konu edilmiyordu. Türkiye’nin Sudan’da yaptığı yatırımlar bu
literatürün örneklediği tabloya uygundu fakat Türkiye topraklarında neler oluyordu, toprak tasarruflarında değişen ne vardı, hangi topraklar yatırıma açılıyordu, toprağın tasarrufundaki dönüşüm ne yöne doğru kanalize ediliyordu? Bunları anlamaya çalışırken Türkiye’de yatırımlara ve projelere konu olan toprakların ağırlıklı olarak kamu malı topraklar olduğunu farkettim. Bu farkındalık bana o zamana kadar merak ettiğim tüm soruların cevabını arayabileceğim bir çerçeve sundu. İşte elinizdeki çalışma, bütün bu sorma-sorgulama süreci neticesinde, Türkiye’de kamu topraklarının özelleştirilmesi sürecini, onu besleyen dinamikleri, süreçleri, karar mekanizmalarını ortaya koymayı ve devletin tüm bu süreci nasıl ve niye bu şekilde örgütlediğini anlamayı hedefledi…”
Giriş bölümünden aktardığımız bu uzunca alıntı ardından kitabın tanıtım bülteni bakalım;
“Yaşamsal bir kaynak olan toprağın özelleştirilmesi üzerinde yaşayan insanların ve tüm canlıların yaşam alanlarının gasp edilmesi, o toprak üzerinde örgütlenmiş yerleşik toplumsal formların ve ekosistemin bozulması anlamına gelir. Bu nedenle özelleştirmeler, tek başına bir toprak parçasının/arazinin kullanım hakkının ya da mülkiyetinin değişmesinden ibaret olmayan; toplumsal ilişkileri, yaşam biçimlerini, doğayı ve çevreyi etkileyen ve siyasi-iktisadi stratejiler ile şekil değiştiren oldukça hayati bir süreç olarak karşımızdadır.”
Meralar, yaylaklar, kışlaklar, otlaklar, harman ve panayır yerleri… Ormanlar… Yollar, meydanlar, köprüler… Kamu hizmet binaları, parklar, bahçeler… Sahipsiz yerler… Kamunun, bütün insanların öteden beri müştereken yararlandığı kaynakların, mekânların, ortamların özelleştirilmesi gerçekten ne anlama geliyor? Melek Mutioğlu Özkesen, bu yalın sorunun cevaplarını arıyor.
Toprakları Kapatmak, Türkiye’de özelleştirmenin köy toprakları, ormanlar, TOKİ, Yeşil Yol Projesi, Kuzey Marmara Otoyolu Projesi ve Üçüncü Köprü gibi birçok örneğini ele alan kapsamlı bir çalışma. Bu özelleştirme siyasetinin, her şeyden önce devletin kamusal niteliğini aşındıran etkisini ortaya koyuyor.Neoliberalizmin üzerindeki sermaye tahakkümünü artırdığı devletin, kendini yeniden üretebilmek için kamu topraklarını bir bakıma “yeniden keşfederek” rant kaynağı olarak kullandığını ileri sürüyor. AKP döneminde toprağı ticarileştirme siyasetinin, iktidarın toplumsal ve sermaye tabanını kurmak için de kullanıldığını görüyoruz. “Toprakları kapatma” siyasetinin, “kamu âlemi”ni mülksüzleştiren, halkı yoksunlaştıran sonuçlarına dikkat çeken bir kitap.
“Toprakları kapatma” siyasetinin, “kamu âlemi”ni mülksüzleştiren, halkı yoksunlaştıran sonuçlarına dikkat çeken bir kitap.
NOT: 2022 yılında İletişim yayınları arasından çıkan kitap hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz