Bu ülkede yoksullaşmadan can güvenliğine, mal güvenliğine kadar her konu aslında bir demokrasi olmamasından kaynaklanıyor. Kısacası temel özgürlükler hukukuna sahip olmadıkça devlet bizi hep dövecek. Ne zaman ki toplum olarak siyasal tercihlerimiz de parti değil de insan gibi davranan bir devlet talebi esas olur o zaman tüm bu sorunların çözümü de kolaylaşmaya başlar. Hâsılı Artık Demokrasi İsteyelim.
Haşmet Demirel
Felaket kavramı kime ve neye göre diye tartışılabilir, çünkü felaketlerin bazıları yeryüzü açısından insanın sabah yataktan kalktığında gerinmesi gibidir. Ama yeryüzünün bu esneme ya da kendini dönüştürme gayreti onun yıkıcı sonuçlarına maruz kalanlar için felakettir. Yangınlar da çoğu zaman doğanın kendini yenilemesi için doğanın başvurduğu bir şeydir. Hâsılı bizim için felaket olan doğa için kendini geliştirmedir. Doğal Felaket dediğimiz olgu eğer bu kendini yenileme geliştirmenin yıkıcı sonuçlarına maruz kalan insanlar, kendisi ile beraber yaşayan hayvanlar ve bitkiler için de ihmal denen kusurla birleşirse sonuçları çok daha yıkıcı olur.
Felaket olgusu modernlik denen siyasal-sosyal dönemle de yakından ilgilidir. Modern bilimin doğayı denetim alma söyleminin arkasında esas olarak bu fikir yatar. Temelinde de Portekiz-Lizbon depremi yatar. Bu depreme dek kilise aynı bizdeki dinciler gibi doğal felaketleri arkaik pagan dinlerde olduğu gibi Tanrının gazabı olarak ifade edip, bunları kendi otoritesini sağlamlaştırma için kullanıyordu. İlk kez Lizbon depremi olarak bu söyleme itirazda bulunuldu ve bunun Tanrı’nın gazabı olmadığını, insanların kusuru olduğu belirtildi. O günden beridir de bilim doğayı anlamaya, deprem, sel, yangın vb. olaylarda insanların olabildiğince güven içinde kalmasına uygun önlemler almaya çabalıyor. Bunu başaramayan ülkeler ise demokrasinin değil seçilmiş dikta sistemlerinin olduğu rejimler ve orada hayata değer vermeyen bir ölüm siyaseti izlendiğinden ölümler hep bir gerekçe ile sanki kadermiş gibi sunuluyor. AKP’nin yaptığı da bu hatta tamamı ile insani kusur olan iş kazaları bile takdir-i ilahi gibi sunuluyor. Bu dinin uyuşturucu anlamında bir afyon gibi niteliğe bürünmesidir. AKP hükümetinden önce de devletin kusuru olabiliyordu, bununla ilgili eleştiriler de yapılabiliyordu. Ama en azından hiçbir hükümet bunun sorumluluğunu Tanrıya atfetmiyordu. Oysa İslam geleneğinde şöyle bir söz vardır Tedbirde Kusur Edip Takdire İftira Atma. AKP ise dini kendi yönetsel beceriksizliğini kapatmak için kullanıyor her afette maden kazaları gibi iş kazaların da bile gelenek anlamında sürekli Tanrıya iftira atıp insanlara tevekkül kültürü aşılama çabasında. Bunun nedeni AKP döneminde devletin hukuktan çok keyfilik üzerine kurulması.
Modern Devlet Hukuk Temelinde Vücut Buldu
Modern devletin egemenliği hukuk yoluyla kurulurken kamu hukukunda da egemenlik ikiye ayrılır. Egemenliğin bir boyutu modern ulus devletin yönettiği coğrafi alandaki tam hâkimiyeti içerir. Bu o coğrafi alanda yönettiği insanların devlete olan itaatleri için Bugün siyaset sosyolojisi alanında çalışanlar Modern Devletin ezici bir güçte içeren hâkimiyetine ölüm Siyaseti diyor. Buna karşılık yönetişim denilen ve yönetimi şeylerin ve insanların idaresi yani çeşitli güçler arasında bir koordinasyon sağlayan idari yapı ise modern siyasette daha fazla öne çıkıyor. Ve siyaset sosyolojisinde buna da yaşam politikası deniliyor. Modern batılı devletlerde gördüğümüz kolluk gücünün kriz zamanları hariç etrafta çok görülmemesi, her türlü otorite uygulamasının hukuka dayanması. Bu tam da yaşam politikasının bir sonucu olarak devletin gücünü öldürmekten, kahretmekten değil yaşatmaktan, vatandaşının hayatını kolaylaştırmayı yönetmenin bir parçası kabul etmesinden kaynaklanıyor. Ancak bu batı dışında hiçbir yerde tam uygulanamadığı gibi batıda da bu siyasetin giderek otoriter siyasete doğru yol aldığını görüyoruz.
Konuya buradan yani modernlik ve modern devlet olgusundan başlama nedenim AKP dönemindeki afet politikasının bir idari acze dönüşmesinin zihinsel ve politik nedenlerine işaret etmek içindi. Modern Devletin Türkiye’deki pratiği apayrı bir yazı konusu olduğundan bununla AKP dönemi arasındaki paralellikler de başka bir yazıda ele alınması gereken bir mesele.
AKP Yönetemedikçe Otoriterleşiyor
Benim esas ele almak istediğim şey AKP dönemi ile birlikte özellikle de ilk dönemler hariç, gezi isyanı ile başlayan süreçte AKP’nin idare olarak giderek bir acz görüntüsü verirken diğer yandan OHAL rejimlerine uygun olarak hukuku askıya alan, devletin ezici gücüne daha fazla dayanan bir yöneteme pratiği ve bunun dönüşen Diyarbakır’ın Çınar ve Mardin’in Mazıdağı İlçeleri Arasında (Bölge İnsanı tarafından Amed/Xana Axpa ve Mêrdîn/Şemrex olarak anılan yerler arası bölge) gerçekleşen yangını bir dizi yanlış nedeni ile felakete dönüşmesi.
Öncelikle AKP’nin burada da her zamanki gibi ucu kendisine dokunacağı için daha önceki felaketlerde olduğu için hedef saptıran yalanlara başvurduğunu, aşikâr bir inkâr ve örtmece siyaseti izlediğini görüyoruz. Bunun nedeni tam da AKP’nin yönetme krizi. AKP şeyler ve insanlar arasındaki koordinasyona dayanan idare siyasetini tam da devleti tam anlamı ile kendi mülküne geçirme çabasından dolayı yapamamakta. Bu nedenle inkâr ve baskı siyaseti ile bu yönetemem krizini baskılamakta.
Açıkçası bir yönetim ne kadar baskıya başvuruyorsa meşruiyet konusunda da o kadar zayıf demektir AKP meşruiyetini kaybettiği oranda baskıcı bir siyasete sarılıyor, devleti daha çok kendine bağlıyor ve devlet bir parti devlet biçimine bürünüyor. Bunu yaptıkça da daha fazla beceriksizleşip krizlerde tüm aczi ortaya çıkıyor.
Yangının afete dönüşmesinde AKP’nin yönetme krizi kadar, devletle bütünleştikçe geçmişte en fazla oy aldığı Kürt coğrafyasında daha fazla baskıcı ve ayrımcı bir siyasi çizgiye savruluyor ve MHP’nin İslamcı bir versiyonu haline geliyor.
Kürt coğrafyasında daha Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren ikili hukuk sistemi uygulandı. Ayrımcılık en çok bu coğrafyada hissedildi. Bu coğrafya Devletin olağan hizmetlerinden bile yoksun bırakılarak asi coğrafya olarak kodlanıp cezalandırıldı.
Son çıkan yangın esnasında AKP’nin gece görüşlü yangın söndürme helikopterinin-ki bunlardan da ne yazık ki az sayıda var- gecikmesindeki ana faktör de bu ikili hukuk sisteminden doğdu. Bu yangında da herhangi bir askeri operasyon olsa anında orada olacak Helikopterin orada olmadığına tanık olduk. Bu tam da ikil hukuk sisteminden doğan bir çifte standart örneği.
Böylece devletle bütünleşen AKP Kürt halkına “senin canın benim için çok değerli değil” mesajı vererek tam bir ayrımcılık uygulamış oldu. Hükümet bu mesajla da devletin takriri sükûndan beri sürdürdüğü OHAL hukuku dediğimiz hukuku sürdürüyor, bunun nedeni de devleti ele geçirme çabası sonucu ele geçirilenin kendisi olması. Devleti ele geçirme derdindeki AKP devletin en kötü özelliklerini de edinmiş oluyor oysaki vaadi tam da bunu ortadan kaldırmaktı. Yani AKP’nin son kayyım ataması ile bu çıkan yangınlar birbirinden ayrı değil bilinçli, dikkatle planlamış bölgeyi İnsan hakları savunucularının deyimi ile insansızlaştırmak için özellikle yaşanması zor bir ortam yaratma planının bir parçası. Yani devlet bölgeye sadece güvenlik gözlüğü ile bakıyor ve oradaki insanları da savaştığı örgütün sosyal tabanı olarak görüyor, bu tabanı göç ettirerek Kürt sorununu çözeceğini düşünüyor. Yanlış bir uygulama bu barışa zarar verir diyenlere ise devlet düşman olarak bakıyor. Yani AKP giderek Türkçüleştikçe Kürt Sorunu da büyüyüp ülkeyi esir aslan bir şey haline geliyor.
Demokrasi Bedava Yemek Değil
Hâsılı ekoloji ve demokrasi bu coğrafyada birbirinden ayrılmıyor. Yapılan tüm ekolojik soykırımlar-bu son yangın da dâhil-demokrasi denen şeyin askıya alınmasının bir sonucu. Olağan insan hakları temelli hukukun askıya alınmasına istisna deniliyor. Yani İstisnai olarak savaş, çok büyük bir afet, ya da ülkede ciddi bir ayaklanma olması gibi durumlarda uygulanan ve geçici olan bir uygulama. Yazık ki bu ülkede İstisna hiç bitmedi, bölge ise istisna dışında bir hukuk hiç yaşamadı. Yani geçici olan istisna kalıcı bir uygulama biçimi edindi.
Ancak demokrasi bedava bir yemek değil bayağı zahmetli bir çalışma isteyen, ciddi emek sarf edilerek elde edilen bir yemek. Ve biz demokrasiyi insan onuruna yakışan, herkese eşit uygulanan bir hukuk ve temel özgürlükler olarak değil, sandıkta o partiden bu partiye geçmek olarak görüyoruz. En çok da cebimize dokunduğunda bunu yapıyoruz. Bu ülkede yoksullaşmadan can güvenliğine, mal güvenliğine kadar her konu aslında böyle bir demokrasi olmamasından kaynaklanıyor. Kısacası temel özgürlükler hukukuna sahip olmadıkça devlet bizi hep dövecek. Canımızı yakan hayat pahalılığı ve gelirimizin hayatımızı devam ettirmekte yeterli olmaması olarak ortaya çıkan bugünkü ekonomik kriz de temel de düzgün bir demokrasi olmamasından kaynaklanıyor. Ne zaman ki toplum olarak siyasal tercihlerimiz de parti değil de insan gibi davranan bir devlet talebi esas olur o zaman tüm bu sorunların çözümü de kolaylaşmaya başlar. Hâsılı ARTIK DEMOKRASİ İSTEYELİM.